DersimDGH
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dersim Demokratik Gençlik Hareketi


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Ahmet Arif'in biyografisi

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1Ahmet Arif'in biyografisi Empty Ahmet Arif'in biyografisi Paz Ara. 07, 2008 1:14 am

Admin

Admin
Admin

Nefes aldığı coğrafyanın öykülerini halk türkülerinin tadında harmanlayan, ömrünün elli yılını şiire adayan, şiirle gelen bir davaya baş koyan; Ahmed Arif… Anadolu’nun halk kaynaklarını bir öykücü ustalığında demleyen, özgürlük için direnen ve duygularını bu kadar yerinde kelimelerle anlatan başka bir şair var mıdır? Ahmed Arif’in şiiri, umudun ve cesaretin şiiridir. Hem de baştan sona gerçeklere dayanan bir cesaret…

2 Haziran 1927 yılında Diyarbakır’da doğar Ahmed Arif. Annesini iki yaşındayken kaybeder. Sekiz kardeştirler ve Kürt kökenli olan annesi Erbil şehrinden, babası Kerkük Türkmenlerindendir. Harran’da kaymakamdır babası ve çocukluğu Harran’da ve Siverek’teki ninesinin yanında geçer. Annesi olmadığı için verildiği anaokulunda öğrenir okuma yazmayı. Siverek İlkokulu beşinci sınıf öğrencisiyken ilk gözaltısını yaşar. Gaz kuyruğunda düzgün durmadıkları gerekçesiyle (!) belediye zabıtaları tarafından dövülen kadınların fotoğraflarını çektiği için mahkemeye çıkarılır. Ceza almaz. Urfa Lisesi’nde ortaokulu, Afyon’da ise liseyi bitirir. Üniversite dönemi ülke siyasetinin bunalımlı ve hareketli olduğu yıllara denk geldiğinden, yaşamı bolca işkence, tutuklamalar ile hapishanelerde geçer. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ndeki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalır. Dışişleri Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanıp yurtdışında görevlendirilmek üzereyken, “Palmiro” adlı şiiri nedeniyle tutuklanır çünkü.

“Palmiro, Palmiro şanlı işçi / Sıcak yaralarındaki barut kokusu / kesik, anaların sütü / Ve kaçmıştır bebelerin uykusu / Koku katedrallerinde yarımadanın / Güngörmüş meydanları Roma’nın / Bizimledir / mavi mavi esen deniz meltemi / …”

Hapishaneden çıktıktan sonra TCK’nın ünlü 141 ve 142’nci maddelerinden dolayı, yine ünlü 1951 Tevkifatı’nda tutuklanır yeniden. İki yıla hüküm giyer, yedi ay da sürgüne gönderilir. Hapis günlerinin ardından Ankara’ya dönerek gazetecilik yapmaya başlar. Çeşitli gazetelerde sayfa sekreterliği, düzeltmenlik gibi işlerde çalışır. Şiirlerinin büyük bir çoğunluğunu cezaevinde, kendi deyimiyle mahpushanede yazar. Aykırı bir şairdir Ahmed Arif. Sadece bir şiir kitabı vardır. Üretkendir, ama onun üretkenliği şiirlerinin niteliğinde gizlidir. Tek şiir kitabı olan “Hasretinden Prangalar Eskittim”, 1968 yılında basılır. 19 şiirinin yer aldığı bu kitap, o güne kadar görülmeyen bir baskı sayısına ulaşır. Tabi ki kaçak baskıları hariç. Eleştirildiği de olmuştur bu kadar az eser verdiği için. Az eser vermesine karşın, eserleri halen yaşayan kaç şair vardır ki? Şiirleri, kitaptan önce İnkılapçı Gençlik, Meydan, Seçilmiş Hikayeler, Yeryüzü, Beraber ve Yeni Ufuk dergilerinde yayımlanır. Yarım kalan ve yayınlanmayan şiirleriyle birlikte tüm şiirleri, ölümünün ardından “Yurdum Benim Şahdamarım” adlı kitapta toplanır. Yine ölümünün ardından basılan “Cemal Süreya’ya Mektuplar”, şairin en büyük dostuna yazdığı mektuplardan oluşur.

1967 yılında evlenir. 40 yaşında baba olan Ahmed Arif, hep özlediği, istediği filinta gibi bir oğula kavuşmuştur. Bu yüzden de Filinta koyar oğlunun adını. Aslında Filinta sözcüğü, Ahmed Arif’in “33 Kurşun” adlı şiirinde geçer. Ama orada beş kurşunu olan, Fransız yapımı bir tüfek anlamında kullanmıştır şair sözcüğü. Gelecekte hep istediği gibi yakışıklı, uzun boylu bir delikanlı olacağı öngörüsüyle, oğluna bu adı verir.

Yüzyıllar öncesinden gelen davet

Ölümünün ardından derlenenlerle birlikte, toplam 25 şiiri vardır ozanın. Çok, ama niteliksiz şiir yazanların revaçta olduğu günümüzde, şiir deyince akla ilk gelen şairdir hala birçoğumuz için. Ezberimizdedir şiirleri. Yüzyıllar öncesinden gelen bir davet gibidir. Bu davet Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun, Yunus’un davetidir. Bu daveti çağımıza taşıyan da Ahmed Arif’tir. Kürt kökenli olmasına karşın, Türkçeyi en iyi kullanan şairlerden biridir. Diyarbakırlıdır. Doğduğu topraklarla özdeşleşmiştir ve doğduğu toprakları anlatmıştır çoğu şiirinde. “Seni baharmışsın gibi düşünüyorum / Seni Diyarbekir gibi düşünüyorum.”

Bir okuyucunun bir şairi değerlendirmesinden çok daha önemlidir, bir şairin başka bir şairi yorumlaması. Cemal Süreya’nın yaptığı gibi; “Bir şair: Ahmed Arif / Toplar dağların rüzgarlarını / Dağıtır çocuklara erken.” Cemal Süreya, Ahmed Arif’in şiirini şöyle tanımlar; “Ahmed Arif şiiri, bir bakıma Nazım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nazım Hikmet’in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar vardır. Nazım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovadan akan ‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan. Yaşsız dağları, asi dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. Daha deniz görmemiş çocuklara adanmıştır.”

Cemal Süreya’nın dediği gibi toplumcu şiirin Türkiye’deki en büyük şairi olan Nazım Hikmet’in yolunda Enver Gökçe ile birlikte yürür Ahmed Arif. Ancak yaşam ile toplumsal gerçekçiliğin bağını kurmada Ahmed Arif’in rolü büyüktür. Bu nedenle de şiir adına Enver Gökçe’den daha büyük bir atılım yaptığı söylenebilir. Çünkü Ahmed Arif’i diğer toplumcu şairlere göre daha önemli yapan, şiirlerindeki öykü tadıdır. Her şiirinde ayrı bir öykü, Anadolu insanının türlü yazgıları vardır. Ozanın şiirlerindeki eskimezlik de bundan kaynaklanıyor aslında. Çünkü her şiirinde gerçek yaşamın izleri var.



Bugün de hala gerçekleriyle dimdik karşımızda duran 1945–1950 yıllarının Türkiye’sini öykü tadında anlattı bizlere Ahmed Arif. Şiirlerini kendi deyimiyle “he kurban he” diyerek benimsedi insanlar da. Örneğin yakın tarihimize “Muğlalı Olayı” olarak geçen dönemi, 33 Kurşun adlı şiiriyle dizelere döktü. Zaten çocukluğu babasının kaymakamlık görevi nedeniyle kan davalarına, aşiret yaşamına, kaçakçılıklara, eşkıya olaylarına tanıklık ederek geçti büyük ozanın. Bazen de öyle olaylara tanık oldu ki, suçsuz insanlara kaçakçı ya da eşkıya yaftası yapıştırıldığını da gördü. Sınır bölgesindeydi çünkü. Sınırlar coğrafi olarak kesin çizgilerle çizilse de insan yaşamına sınır koyulması zordur. Bunun gibi çocukluk gözlemlerini ve Muğlalı olayının ardından gördüklerini, yetişkin hisleriyle dizelere dökmüş, sınır köylülerinin çaresiz yaşamını anlatmıştır şiirinde.

“Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız / Karşıyaka köyleri obalarıyla / Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu / Komşuyuz yaka yakaya / Birbirine karışır tavuklarımız / Bilmezlikten değil / Fıkaralıktan / Pasaporta alışmamız içimiz / Budur katlimize sebep suçumuz / Gayri eşkıyaya çıkar adımız / Kaçakçıya / Soyguncuya / Hayına… /Kirvem hallarımı aynı böyle yaz / Rivayet sanılır belki / Gül memeler değil / Domdom kurşunu / Paramparça ağzımdaki.”

“Hoş gelir, safa gelir, Ahmed Arif’in yeğeni”

Şartlar zor, yaşam kendi deyimiyle engerekler ve çıyanlarla doludur. Ama anası vardır, bacısı vardır, bir de Adiloş bebesi vardır. Ozan bazen de kendi yaşamının özelinde, yöresinde yaşayan birçok insanın güç yaşam şartlarına, törelerine ve her şeye rağmen ayakta tuttukları dirençlerine ışık tutar.

“Hamravat suyu dondu, / Diclede dört parmak buz, / Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa, / Çayı kardan demliyoruz. / Anam sır gibi saklar siyatiğini, / "Yel" der, "Baharın geçer". / Bacım, ikicanlı, ağır, / Güzel kızdır, bilirsin. / İlki bu, bir yandan saklı utanır / Ve bir yandan korkar / Ölürüm deyi. / Bir can daha çoğalacağız bu kış. / Bebeğim, neremde saklayım seni? / Hoş gelir, / Safa gelir, / Ahmed Arif'in yeğeni... / Doğdun, / Üç gün aç tuttuk / Üç gün meme vermedik sana / Adiloş Bebem, / Hasta düşmeyesin diye, / Töremiz böyle diye, / Saldır şimdi memeye, / Saldır da büyü... / Bunlar, / Engerekler ve çıyanlardır, / Bunlar, / Aşımıza, ekmeğimize / Göz koyanlardır, / Tanı bunları, / Tanı da büyü... / Bu, namustur / Künyemize kazınmış, / Bu da sabır, / Ağulardan süzülmüş. / Sarıl bunlara / Sarıl da büyü.”

İnsanlara sadece şiir okuma zevk ve kolaylığını sağlayan Garip akımının en yoğun olarak benimsendiği yıllarda şiir yazar Ahmed Arif. Ama Garip akımından beslenmez. Yaşama dair duyduğu toplumsal kaygı, şiirlerinde vücut bulur. “Ve ellerin kelepçede / tütünsüz, uykusuz kaldım / terk etmedi sevdan beni” diyen de odur, “Ard arda kaç zemheri, / kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu / Dışarıda gürül gürül akan bir dünya... / Bir ben uyumadım, / Kaç leylim bahar / Hasretinden prangalar eskittim.” diyen de o. Ama iki şirinde de sözünü ettiği sevda olgusu karşı cins değil, toplumun ortak değerleridir. Zindana sevda ile direnmektir. Yurt sevgisidir. Başkaldırı ve barıştır. Bugün vatan sevgilerinin ölçüsünü cinayet ile suç örgütleri ile özdeşleştiren vatan sevicilere, 50 yıl öncesinden verilmiş bir cevaptır sanki.

“Beni baskınlar götürür / Gerillanın şah damarı halkıma / Korkunç ve soylu bir tutkudur dayatma / Yalnız bu kadar da değil, / Yarin hayâli gibi üstelik / Nazlıdır, / Usuldur, / İnce, / Bilgedir, / Biz ki, ustasıyız / Vatan sevmenin / Umut, saklımızda ölümsüz bayrak / Kırmızı-kırmızı / Dalga-dalgadır.../ … / Nicedir, / Kahpe ağzında / Bir salgın, / Bir deprem gibi künyemiz / Nicedir, / Başımıza zindan dünyamız / Biz ki, yarınız halkın / Umudu, yüz akıyız / Hıncı, namusu… / Şafakları / Taaa şafakları / Hey canım, / Kalbim, dinamit kuyusu”

Ahmed Arif, yaşamının en parlak elli yılını şiire ve sevdaya adanmış bir ömre verdi. Ne biçim sıkıntısı çekti şiirlerinde, ne de üretememe sıkıntısı. Hiçbir zaman çok şiir yazma kaygısı gütmedi. Az şiirle, çok fazla duygu ortaya sermeyi şiar edindi. Başardı da. Bir ömrü insanlığın mutluluğuna adadı. Rıfat Ilgaz’a yazdığı bir mektubunda, yaşam felsefesini özetledi; “Sevgili Rıfat Ağabey… Halkımın, yurdumun büyük acısı, büyük hüznü, sonsuz sevinci ve yıkılması imkansız onurusun. Büyük şair, büyük inanç adamı, büyük namus anıtı ve büyük ozanısın. Sana ağabey diyebildiğim için mutluluk duyuyorum. Şunun şurasında bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile kahrolarak verdik gitti. Alnımız ak, yüreğimiz pırıl pırıl. Merhaba sevgili ağabey."

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz