DersimDGH
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dersim Demokratik Gençlik Hareketi


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Örgüt veÖrgütlü Mücadele

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty Örgüt veÖrgütlü Mücadele Paz Ara. 07, 2008 3:42 am

Admin

Admin
Admin

HALK GENÇLİĞİNİN ÖNCÜ ÖRGÜTÜ; KOMSOMOL (1)
Devrim, başından sonuna kadar, milyonlarca insanın örgütlü çabasıyla gerçekleşir. Örgütlenmek, örgütlendirmek, kitlelerin örgütlenmesi, kitleleri örgütleyecek olan örgütlerin kendi içersinde düzenlenmesi, mücadele sürecinde bir Komünist Partisinin karşılaştığı önemli sorunlardan biridir. Doğru bir örgütlenme perspektifi olmazsa, doğru örgütlenmeler yaratılmazsa, kitlelerin o muazzam yaratıcı gücü ve enerjisi hayata geçirilemez.

Devrimin iki ayağı vardır; objektif koşullar ve sübjektif koşullar. Objektif koşullar, insan iradesinden bağımsız ve üretimin, üretim tarzının doğasından kaynaklanır. Ülkemizin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısının beraberinde getirdiği, egemenlerin yönetemez, ezilenlerin ise aynı şekilde yönetilmek istemez oluşu durumu, yani sürekli bir ekonomik-siyasi kriz ortamı, ülkemiz devriminin objektif koşullarının var olduğu ve devrimci durumun sürekliliği anlamına gelir. Sübjektif koşullar ise, bu objektif koşullar dâhilinde oluşan, şekillenen iradi durumlardır. Devrimin gerçekleşebilmesinin olanakları sürekli var olmasına karşılık, eğer bu olanağı gerçekliğe dönüştürecek itici güç olan sübjektif koşullar uygun değilse, devrim de gerçekleştirilemez. Yani sorun, sübjektif koşulların oluşması, oluşturulması ve olgunlaştırılması sorunudur.

Bu sorunun ilk adımı olan örgütlenmenin ilk çekirdeği ve ülkemizde sübjektif koşulları oluşturacak devrimin üç silahı parti-ordu-cephe'nin ilki olan Komünist Partisi kurulmuş ve mücadele içindedir. Ordunun ilk nüveleri gerilla birlikleri de savaşın kızgın pratiğinde düşmana kurşun sıkarak ordulaşma sürecini yaşamaktadır. Proletarya Partisi ve onun önderliğinde savaşan halk ordusu, şu aşamada merkezi bir görev olan Kızıl Siyasi iktidarlar için Köylü Gerilla Savaşını yoğunlaştırmak, yükseltmek ve genişletmek için çalışmalarını yürütüyor. Parti ve ordu, savaş içerisinde oluşmuş, oluşuyor ve gene savaşım içerisinde sağlamlaşmaya, güçlenmeye devam etmektedir. Gelecekte oluşacak olan cephenin nüveleri ise kendisini çeşitli siyasi kitle örgütlerinde gerek siyasi, gerek örgütsel açıdan göstermektedir.
Mücadelenin boyutları ile örgütlenmenin boyutları arasındaki diyalektik bağ, doğru kavranmak zorundadır. Örgütlenme, mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamak ve onun önünü açmak için olmalıdır. Mücadelenin gerisinde kalan bir örgütlenme, kısa sürede mücadelede de gerilemeye yol açacaktır. Mücadelenin ileri aşamalarında ortaya çıkacak bir genişleme erkenden oluşturulursa, bu da kof ve hantal olacak, bırakalım mücadeleyi ilerletmeyi, yine gerilemeye neden olacaktır. Çalışmaların güç oranında olacağı ve yürütülecek faaliyetler içerisinde güçlenerek mücadele alanlarının da genişleyeceğini; gücün en büyük oranının, süreçte esas olan alanlara sevk edilmesi gereği akıldan çıkarılmamalıdır. Dört bir yana yumruk sallamak, gücü aşan pratiklere girmek, bir fayda sağlamayacaktır. Bununla beraber perspektif; halkın bulunduğu her alanda bulunmak, örgütlenmek ve mücadeleyi örgütlemektir. Yukarıda konan görüşler, devrimin ve genel olarak örgütlenmenin temel belirlenimleridir. Bunları kısa ve genel olarak belirttik, çünkü ayrıntılarını, yazımızın konusu olan gençliğin örgütlenmesi özgülünde bir bütün olarak ortaya koymaya çalışacağız. Ülkemiz gençliğinin Sosyo-ekonomik yapı ve devrimin gerekleri ile bağlantılı olarak inceleneceği bu yazıda, gençliğin örgütlenmesi ve mücadeledeki yeri üzerinde duracağız. Ayrıca gençliğin genel örgütlenme ilkelerinden bahsetmekle birlikte, ülkemiz devriminin bugünkü merkezi görevi ve devrim stratejimizle olan ilişkisini ele alacağız.

GENEL OLARAK GENÇLİK ÜZERİNE

Ülkemiz ve dünya devrim tarihinde gençliğin önemi büyüktür. Gençlik gelecektir. 'Gençliği kim kazanırsa gelecekte onundur' belirlemesi tarihsel olarak önemlidir. Gençliğin, hâkim ideolojinin hegemonyasından sıyrılması, devrime kazandırılması, devrimin önemli sorunlarından biridir. Bu noktada gençliğin örgütlenmesinin önemi de açığa çıkacaktır, insanın doğuşu ile ölüm noktalan arasında, çocukluktan çıktığı belli bir yaş grubunu içeren gençlik evresi, biyolojik bir zaman sürecidir. Her sınıftan bireylerin oluşturduğu bir ara tabaka olarak niteleyebileceğimiz gençliğin:( farklı kültürlerin ve yaşam tarzının insanın fiziki ve düşünsel yapısını etkilediğini göz önünde bulundurursak) mutlak yaş sınırlan içerisinde tanımlanmasının zor olduğunu göçürüz. Bu yüzden, biz de bir yaş sınırı belirlemeyeceğiz. Okuyucunun kafasındaki "genç olma" kavramı bizim için yeterdir. Zaten geçliğin örgütlenmesinde esas alınan, yaş durumu değildir.
Belirleyici olan, gençlerin üretimde veya yaşamda oynadıkları roldür. Ancak şunu belirlemek gerekir ki, bir ara tabaka olan gençliğin, 'genç' olmalarından kaynaklı farklı sınıflara dâhil olsalar da ortak özellikleri ve özgül sorunları bulunmaktadır. Zaten bu özgüllük, gençliği ayrı bir toplumsal kategori olarak ele almayı da zorunlu kılar.
Gençlik, fizyolojik ve ruhsal gelişim içerisinde olması, toplumsal ilişkiler içerisindeki rolü ve yeri nedeniyle şu veya bu oranda düzenle çelişki içindedir. Dolayısıyla özgül sorunları; erginleşme, cinsel sorunlar, dengesizlik ve bunalımlar gibi olguların yanı sıra, sosyal yaşamın yeni öğeleri olmalarından kaynaklı, kişiliğin oturması süreci dâhilinde, toplumsal alt yapıyı ve özellikle de üst yapıyı henüz tam içselleştirmemiş, yeniye açık, düzene entegrasyonu büyük oranda henüz söz konusu olmamış bireyler olması, gençleri erişkinlerden farklı kılar. Toplumsal ilişkilerde sorgulayıcı, araştırmacı ve meraklıdır gençlik. Yeni yeni dâhil olduğu sosyal yapılanmada yer edinme çabası içerisindeyken tanıdığı ve gözlemlediği düzen, gençlik için sorgulanması gereken bir ilişkiler yumağıdır. Dolayısıyla karşılaştığı haksızlıklar ve düzenin olumsuzlukları karşısında; yeniye, güzele ve iyiye gençliğin kapısı açıktır.
Bununla beraber kabullenemedik, reddettiği ve çeliştiği düzenin bir parçası olabilmek, 'toplumda bir yer, saysın bir mevki edinebilmekte gençliğin temel kaygılarından biridir. Özellikle de hâkim sınıfların pompaladığı bireycilik duygularıyla, içinde bulunduğu bataktan 'kendini' kurtarma çabası ve sınıf atlama kaygıları, halk gençliğinin temel eğilimlerinden biridir diyebiliriz. Çünkü dört bir yandan kuşatılmış, bastırılmış olan gençliğin, düzenin kendisine empoze ettiği 'ya efendi olacaksın, ya da köle' bireysel kurtuluş demagojisinden elbette kolayca ve kendi başına sıyrılabilmesi ÇOK güç olacaktır.

Bu çelişkiler yumağı içerisinde gençlik, alternatif arayışlarına da girecektir ve esasta ikili bir karakter göstermekle bir dar çabuk olursa da, parlayıp sönen bir saman alevi gibi, mücadeleden kopması da kolay olabilir. Elbette ki küçük burjuva ideolojik şekillenişe sahip olanların, devrim mücadelesinin bir yüz metre koşusu değil, uzun soluklu, dolambaçlı ve zor bir yürüyüş olduğunu kendiliğinden kavramalarını beklemek hayal olacaktır. Öğrenci gencin devrim mücadelesine katılımı, ancak komünist örgütün çelik disiplini dâhilinde teorinin pratikle bütünleştiği bir süreci yaşamasıyla anlamlı olacaktır.
İşsiz gençliğin durumu ise çok büyük farklılıklar arz eder. Bu gençlik kesimi neredeyse toplum dışına itilmiş, kahve köşelerinde pinekleyerek, sokaklarda boş boş gezerek, avarelik yaparak, zaman zaman hırsızlık yaparak yaşamını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Küçük yaşta evsiz barksız kalan, evden atılan veya kaçan pek çok genç batakhanelerde çürümeye terk edilmiş, yaşamdan umutsuz, kurtuluşu alkolde, uyuşturucuda veya intiharda bulmaktadır. Bu gençlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Özellikle bizimki gibi ülkelerde genç nüfusun büyük bir kesimini oluştururlar, işsiz gençlerin bir kısmı seyyar satıcılık, vb. marjinal işlerde, zaman zaman da geçici ve kısa süreli işlerde çalışmaktadır.

Yarı-sömürge yarı-feodal bir ülke olan ülkemizde hâkim ideoloji olan burjuva-feodal ideolojinin her türlü biçimde halkımıza empoze edilmesi ve bu ideolojinin ve burjuva-feodal üretim ilişkileri çerçevesindeki tüm davranış biçimleri ve uygulamaların demagojik- propaganda yoluyla halkımıza ve halkımız gençliğine tek seçenek olarak dayatılması, demokrasinin bir devrim sorunu olduğu ülkemiz devrimcilerinin kitle çalışmalarında göz önünde bulundurulması gereken bir gerçekliktir. Emperyalist yoz kültür ile harmanlanmış bir feodal şekilleniş, bu haliyle bir kültür karmaşasını da beraberinde getirmektedir. Esasen bu kendi iç dinamiklerimle gelişemeyen kapitalizmin güdük ulusal burjuvazisinin ideolojik cılızlığı ile de ilintilidir.
Emperyalizmin uşağı komprador burjuva ve feodal toprak ağalarının hâkim olduğu bir ülkede; sermaye biriktirme şansından dahi yoksun bir ulusal burjuvazinin, bir sınıf olarak gelişmesi mümkün değilken kültürünü, yaşam tarzını, topyekûn ideolojik birikimini sağlaması da beklenemez zaten. Dolayısıyla, ülkemiz gençliği, düzen uyuşuğu-anarşist gençlik, arabesk-modem (!) lümpen gençlik, liberal-devletçi-demokrat-Kemalist gibi nedüğü belirsiz 'sosyal-demokrat' gençlik, Müslüman-devrimci-şeriatçı gençlik gibi tam da ülkenin sosyo-ekonomik yapısına denk düşen ilginç kategorilere bölünmüştür.

Her zaman bir alternatif arayışı içerisinde bulunan gençliğe gerçek alternatifi ve kurtuluşlarının biricik yolunu göstermek, elbette ki komünistlerin görevidir. Ülkemizde halk hareketliliğinin en önemli öğelerinden birini oluşturan gençliğin mücadelesi, devrimci hareketlilik içerisinde de önemli ve belirleyici bir faktör olabilmiş, Türkiye devrim tarihine devrimci gençlik, kanla yazılan deneyimler kazandırmıştır. Ancak, komünist önderlikten yoksun bir devrimci hareketlilik kısa vadede devrimci durumu yükseltecek, dalgalanmalara ve mücadelenin ivmelenmesine yol açabilecek olsa da, uzun vadede başarıya ulaşamayacaktır.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

2Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty Örgüt veÖrgütlü Mücadele Paz Ara. 07, 2008 3:43 am

Admin

Admin
Admin

Çin'de Başkan Mao'nun önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devriminin rüzgârları batıya doğru eserken, aynı fırtınayla sarsılan 68 kuşağı diye anılan Türkiye gençliği ayağa kalmış ve mücadele ile birlikte günümüz devrimci örgütlerinin tohumlarını da almıştır. Bu örgütler arasında pek çok küçük burjuva yapılanmaların yanı sıra, komünist önder İbrahim Kaypakkaya tarafından kurulmuş olan ülkemiz proletaryasının öncü kurmayı TKP(ML)'de bulunmaktadır. Türkiye devrim tarihinin bu önemli süreci ayrı bir inceleme konusu olduğundan biz, günümüzde gençlik mücadelesine bakışta biraz daha aydınlatıcı olabileceği düşüncesiyle mücadelede çeşitli iniş çıkışların ve dalgalanmaların ardından gelinen 12 Eylül AFC döneminden başlamak istiyoruz.

Faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü ve sürekli faşizmin söz konusu olduğu ülkemizde 12 Eylül AFC'sı, devrimci durumun oldukça yüksek olduğu, faşist diktatörlüğün, en kaba biçimiyle dahi olsa parlamento ile yola devam edemediği, siyasi ve ekonomik krizin doruğuna ulaştığı ve göstermelik 'demokratik' kırıntılara bile tahammül edemediği bir süreçte gündeme gelmiştir. Halk hareketliliği ve devrimci hareketlilik de aynı şekilde o denli ivmelenmiştir ki, yeni bir ekonomik politika uygulanmasına hayati bir gereksinme içerisinde bulunan faşist diktatörlük, kendi içerisinde geçici de olsa göreli bir istikrar sağlayamayınca, krizin aşılmasını ancak cunta seçeneğinde bulmuştur. Bu, daha fazla baskı daha fazla katliam, daha fazla terör demekti. Şu da bir gerçektir ki, böylesi bir ortamın, devrimle değil de askeri faşist bir cunta ile tersyüz olarak karşı-devrim lehine gelişmeler kaydetmesinin temel sebebi, devrim cephesinde, komünist partisi dâhil pek çok örgüt özelinde durumun hiçte iç açıcı olmaması, bunların da örgütsel kriz içerisinde bulunmasıdır.

Gençlik açısından cunta dönemi, kimilerinin söylediği gibi devrimci gençliği mücadele biçim ve yöntemleri üzerinde ciddi ciddi düşündüren ve onların 'illegal' örgütlenmelere yönelmesine sebep olan bir dönem değil aksine, devrimci örgütlerin meydanı asker postallarına terk ederek kaçtığı bir dönem olmuştur. Söz konusu olan, 'apolitikleşme' değil bizzat faşist ideolojinin tankıyla topuyla beyinlere bombardımanıdır. Bir alternatiften yoksun kalan gençliğin, karşı-devrim gücü tarafından yedeğe alınması süreci yeniden başlamıştır böylece.
Faşizm yeniden parlamento maskesini taktığında, maskesinin altından sızan emdiği kanları gizleyememiş, sürekliliğe mahkûm siyasi ve ekonomik kriziyle ve çözümsüzlük kamburuyla günümüze gelmiştir. Bu süreçte yeniden dalgalanmalar, yükseliş ve inişler geçiren devrimci gençlik hareketi, 86'larda yükselmeye başlayan ve 89-90'larda doruğa tırmanan mücadeleleriyle yeniden gençliğin dinamiklerini gündemde tutmayı başarmıştır.

Gençliğin sınıf mücadelesindeki rolü ve bunun öneminin kavranması, öncünün mücadeleyi örgütlemesi ve önderlik etmesi; bu potansiyelin devrim potasına akmasında belirleyicidir.
Yükselen devrimci gençlik hareketleri küçük burjuva örgütlerin hata ve zaafları doğru bir politik hattan yoksun oluşları sebebiyle erimeye mahkûm olmuştur. Gençlik içerisinde çalışma yapmak, sadece mücadeleye girenlerin sayısında artış yaratabilmek için gerekli değildir, bu aynı zamanda var olan gençlik mücadelesini örgütlemek ve devrim mücadelesine kanalize etmek içinde gereklidir.
Bu noktada komünist partisi, gençlik faaliyetine özel olarak eğilmek ve politikalarını hayata geçirmek durumundadır. Doğal olarak bunun boyutunu, biçimini ve yöntemini de sübjektif koşulları belirleyecektir.
KOMÜNİST PARTİSİ, SÜBJEKTİVİTESİ UYGUN OLDUĞU ORANDA BU ÇALIŞMAYI, KOMSOMOL ARACILIĞIYLA YAPACAKTIR.
Halk Gençliğinin Öncü Örgütü; Proletarya Partisi Önderliğinde Komsomol Gençlik içerisinde çalışmanın gerekliliği; ülkemizde oldukça geniş bir nüfusu kaplayan bu ara tabaka içerisinde faaliyet yürüterek, mücadelelerini örgütlemeye bu mücadeleyi proletarya partisi önderliğinde devrim mücadelesine tabi kılma ihtiyacı, doğal olarak, bu ihtiyaca cevap verecek nitelikte bir örgütlülüğü de gerektirecektir. Bu örgüt, doğru program, doğru politikalar ve perspektifle hareket edecek, mücadeleye önderlik edebilecek kararlılık ve disipline sahip genç komünistlerden oluşacak komünist bir örgüt olacaktır. Sınıfsal baskıların yanı sıra genç olmalarından kaynaklı özgül sorunlara da sahip olan gençliğin, proletarya partisinden farklı bir tarzda örgütlenmesi; onun gerek böyle bir örgüt içinde mücadele içinde dönüşerek ilerlemesi açısından, gerekse de bizzat kendileri gibi genç, yani, 'kendilerinden' olan genç komünistlerin yaklaşım ve çalışmalarının faydalan açısından bakıldığında daha olumlu olacağı açıktır. Çünkü herhangi bir gençlik örgütü ilerlemeyi sağlamaz, Proletarya Partisi’nde doğrudan örgütlenecek niteliklere ise sahip değillerdir.
Komsomol, halk gençliğinin öncü örgütü proletarya partisinin bu amaçla inşa ettiği ve önderliğinde harekete geçirdiği komünist bir örgüttür. Bu şekliyle komsomol, her komünist örgütün sahip olması gereken niteliklere de sahip olmak durumundadır. Komsomolu herhangi bir gençlik örgütü olarak algılamak ve onun öncü misyonunu görmemek, halk gençliğini faşizmin ellerine teslim etmekle eşdeğerdir. Bununla beraber, komsomolu partinin yerine geçirerek, partinin komünist önderliğini reddetmekte aynı şekilde faşizme teslimiyetle sonuçlanacaktır. Bu sebeple, komsomol-proletarya partisi ilişkisini doğru bir perspektifle ele almak, son derece önemlidir. Proletarya Partisi-Komsomol ilişkisi İdeolojik-politik bağımlılık MLM bilimiyle donanmış ve doğru politikalar üretip hayata geçirebilen bir komünist partisi, devrimin güvencesidir. Dolayısıyla komsomolun, komsomol olarak nitelenebilmesi için yani örgütün niteliğinin ve fonksiyonlarının amacına uygun olabilmesi için, komünist partisinin önderliği esas ve zorunludur. Zaten komsomolu gençlik içerisinde çalışma ve örgütlenme ihtiyacı üzerine kuran bizzat komünist partisinin ta kendisidir ve bu da tamamen partinin gücü ile ilgili bir meseledir. Yani söz konusu olan, var olan bir komsomolun kendine öncü parti seçmesi, vs. değil, komünist partisinin bir yan örgüt oluşturmasıdır. Aksi son derece saçma olurdu. Öncü parti, her alanda ve halkın bulunduğu her yerde örgütlenme perspektifiyle hareket etmekle beraber, bunun pratiğinin güç oranında olacağı açıktır. Komsomol, komünist partisinin gençlik içerisinde faaliyet yürütme ve gençliği devrime kazandırmanın aracı olacaktır. Bunun gerçekleşebilmesi, ideolojik netliğin, sağlamlığın ve saflığın sağlanması ve pekiştirilmesi komsomolun proletarya partisinin ideolojik çizgisine sarsılmaz ve derin bir kararlılıkla bağlılığıyla doğru orantılıdır.

Faaliyetlerine doğru bir ideolojik-politik hat önderlik etmediği sürece komsomoldan ve genç komünistlerin mücadelesinden söz etmekte anlamsız olacaktır. Parti için olduğu kadar, komsomol için de, sağlam bir ideoloji temelinde ve tek bir program rehberliğinde hareket etmek esastır. Bu ideoloji, proletaryanın ideolojisi MLM olacaktır. Komsomolun partiye ideolojik bağımlılığı, vazgeçilmez ve zorunlu bir varlık koşuludur.

Komsomolun, Komünist partisinin program ve ilkeleri doğrultusunda hareket edecek olan kızıl gençlik birliği olduğu, asla komünist partisinden ve onun önderliğinden ayrı düşünülemeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Komsomol üyeleri, genç komünistler, her ne kadar partinin ideolojik- politik hattını benimsemiş ve bunu uygulamakta kararlı ve gönüllü olsalar da; bu şekliyle komünist partisinin sempatizanları olsalar da, henüz burjuva, küçük burjuva hastalıkları, zaafları bünyelerinde barındırmakta, pratik mücadele içerisinde bir değişim, dönüşüm sürecinden geçmektedirler. Dolayısıyla, halk gençliğine doğru önderlik edebilmeleri, komünist partisinin program ve ilkelerine, ideolojik ve politik önderliğine tabiliklerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Komsomol, komünist bir örgüt olarak, siyasi iktidar perspektifi ile hareket eder. Faaliyetlerinde benimsediği ve benimseyeceği politikalar, komünist partisinin politikalarıdır.

Komünist partisinin politik önderliği, komsomolun faaliyetlerinde başarının güvencesidir.

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-05

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Admin

Admin
Admin

KOMSOMOL NERELERDE ÇALIŞIR?

Komsomolun nerelerde çalıştığını, faaliyetini esas olarak nerelerde sürdürdüğünü açmadan önce, Komünist Partisinin nerelerde çalıştığına cevap vermek gerekiyor.Komünist Partisinin faaliyeti, Komünist Partisi-Komsomol ilişkisi ve Komsomola ihtiyaç duyulmasının nedenleri bir arada ele alınarak Komsomolun faaliyet alanlarının belirlenmesi bu yöntemle daha net yapılabilecektir. Çok genel bir ifadeyle, komünist partisinin halkın olduğu her yerde çalışacağını söyleyebiliriz. Ancak ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı ve bunların yanı sıra komünist partisinin sübjektif durumu çalışma alanlarının belirlenmesinde temel faktördür. Esas mücadele biçimi olan silahlı mücadeleye başlayabilmek için ülke çapında örgütlenmiş olmak ve tüm halk kitlelerini kumanda eder hale gelmenin gerekmediğini söyleyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya, ülkemizde devrimin Halk Savaşı stratejisiyle KSİ'lerin kurulması ve kırlardan şehirlerin kuşatılması yoluyla, yani iktidarın parça parça alınarak gerçekleşeceğini ifade ederken, yakılacak tek bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturabileceği gerçekliğine vurgu yapıyordu. Ülkenin yarı-sömürge, yarı-feodal olması ve devrimin eşitsiz gelişeceği gerçekliği, parti ve ordunun da mücadele içinde sağlamlaşacağı ve güçleneceği olgusu ile beraber, halkın bulunduğu her yerde çalışma yapmanın ve yapabilmenin de mücadele sürecinde söz konusu olabileceğini ortaya koymaktadır, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş şöyle diyor;

"...Bir kere biz, bölgesel bir mücadele yürütmek taraftarı değiliz, içinde bulunduğumuz şartlar böyle bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır.

Bugün ülkenin her köşesinde örgütlenmek hem mümkün olmadığı için, hem de devrimin öncelikle gelişemeyeceği bölgelere kuvvetlerimizi dağıtmak faydadan çok zarar getireceği için, kuvvetlerimizin yettiği ölçüde, devrimin öncelikle gelişeceği bölgelerde örgütlenmeyi ve silahlı mücadeleye girişmeyi savunuyoruz. Ve bunu defalarca açıkladık. Ülke çapında örgütlü olmak, silahlı mücadelenin gelişmesini elbette olumlu yönde etkiler. Örgütlenmemizin henüz ülke çapına yayılmamış olması da, elbette silahlı mücadelenin gelişmesini olumsuz yönde etkileyecektir..."

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş, örgütlerimizi genişletebilmemizi, sağlamlaştırabilmemizi ve yayabilmemizi silahlı mücadele içerisinde gerçekleştirebileceğimizi, sağlam bir örgütlenmenin de ancak bu şekilde mümkün olduğunu, doğru bir şekilde belirtiyor. Bu, nesnel durumun gerektirdiğidir ve komünistler niyetlere göre hareket etmez, somut durumun somut tahlilini yaparlar. Kısacası şunu söyleyelim; Komünist Partisi kadrolarının önemli bir kısmını köylük bölgelere seferber edecek yani esasta kırsal alanda faaliyet yürütecektir. Şehirde parti faaliyeti ise esasta işçi sınıfı içerisinde olacaktır. Komünist Partisinin özellikle şehirlerde kompradorlara ait büyük işletmelerde çalışacağı açıktır. Bu fabrikalarda parti, çalışmalarını kuracağı illegal hücrelerle yapacak ve işçilerin mücadelelerini örgütlerken, yürüteceği ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinde, mızrağın sivri ucunu sürekli olarak siyasi iktidara yönelterek, işçi sınıfını ülkemiz devriminin bu günkü aşamasında merkezi görevimiz olan Kızıl Siyasi iktidarlar için Köylü Gerilla Savaşı çağrısıyla harekete geçirmeye, mücadelelerini devrim ve komünizm mücadelesine kanalize etmeye ve içinde bulunduğumuz aşamada Demokratik Halk Devrimi mücadelesine tabi kılmaya çalışacaktır, işçi sınıfı içerisinde gerçekleştireceği çalışmalarda, parti, bu perspektifle, fabrikada illegal hücreler enflasyonu yaratmaya değil, Maoist kadro politikasını hayata geçirerek, örgütlediği işçilerin önemli bir kısmını köylük bölgelere kaydıracak ve gerek ordu ve gerek parti içerisinde güçlü bir işçi kökenli kadro oranı yaratmaya çalışacaktır. Fabrikada faaliyetin devamı için bulunması gerekli olanlar dışında kalanları da diğer faaliyet alanlarına sevk edecektir.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın kadro politikasına ilişkin sözleri oldukça öğreticidir, İbrahim yoldaş; Şafak revizyonistlerinin kadro politikasını eleştiriyor ve şöyle diyordu;

"Her işçi ve köylüleri, üretimden çekmek, profesyonel devrimciler haline getirmek yerine, elindeki az sayıda profesyonel kadroyu da orada burada işe sokuyor, amatör devrimciler haline, artan vaktini devrimci mücadeleye ayıran kişiler haline getiriyor. Bazı özel amaçlarla, profesyonel kadroların çeşitli işlere sokulabileceğini reddetmiyoruz. Ama bu bir komünist hareketin genel politikası haline getirilemez; getirildi mi, amatörlük ve istikrarsızlık bütün faaliyete damgasını basar. Genel politika, ilerleme vaat eden herkesi, bunların mümkün olduğu kadar en çoğunu, profesyonel siyasi faaliyete çekmektir."

Komünist Partisi nesnel durumun analizini iyi bir şekilde yaparak güçlerini konumlandırırken, esas alanlarda yoğunlaşır ve gücü yettiği oranda yayılır. Komünist Partisinin faaliyet yürüttüğü alanlarda, örneğin bir fabrikada, bir komsomol örgütlenmesine gitmesinin de bir anlamı olmayacaktır. Bunu, esas olarak devrim öncesi için söylüyoruz.
Parti faaliyetinin zaten yürütüldüğü bir fabrikada, esasta kendi sınıfının karakteristiğini gösteren gençlik içerisinde ayrı bir örgütlenmeye gitmenin anlamsızlığını, alandakilerin komsomolda mı yoksa partide mi örgütleneceğini belirleyenin yaş değil, üretimin kendisi olduğunu daha önce defalarca belirttik. Sınıfsal bakış açısından yola çıkarak, gençleri ayrı, yaşlıları ayrı örgütlemek gibi bir yaklaşıma sahip olamayacağımızı vurgulamaya çalışıyoruz. Proletarya partisinin şehirlerde, esasta işçi sınıfı içerisinde çalışacağı, işçi sınıfına sınıf bilinci taşıyarak mücadelesini örgütleyeceği ve bu mücadeleyi proleter bilinçli bir siyasi mücadeleye, komünizm mücadelesine kanalize edeceğinden hareketle, sendikalarda çalışmaların parti tarafından yürütüleceği, yani sendikal faaliyete de doğrudan partinin önderlik ederek devrime yönlendireceği; komsomolun işçi gençlik içerisinde hiçbir zaman çalışamayacağı anlamına gelmez.

Elbette partinin bulunduğu alanda (kastedilen parti örgütüdür, yoksa komsomolun bulunması da aslında yan örgütü aracılığıyla partinin bulunması anlamına gelir), parti, aynı perspektifle, aynı şekilde yürütülen faaliyetin bir de yan örgütü tarafından yürütülmesine ihtiyaç duymayacaktır. Örgütlülük de ihtiyaca endeksli olduğuna göre, ihtiyaç duyulmayan bir örgütlenmeye gitmek anlamsız olduğu kadar, komsomolun esasta aynı işlevi görecek bir çalışmaya gitmesi, yan örgütü esas örgütün yerine koymaktan başka bir anlama da gelmez. Dolayısıyla komsomolun işçi gençlik faaliyeti, partinin işçi faaliyetinin bulunduğu alanların dışında olacaktır.

Aynı durum tüm diğer çalışma alanları için de geçerlidir. Özellikle ülkemiz devriminin Demokratik Halk Devrimi, içinde bulunduğumuz aşamanın da stratejik savunma dönemi olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Örgütlenme ihtiyacı, biçimi vs. mutlak şeyler değildir. Komünistlerin yapması gereken, sürecin iyi bir tahliliyle beraber, somut durumun tahlilinden yola çıkarak mücadelenin o koşullardaki ihtiyaçları doğrultusunda çalışmaktır. Komsomolun çalışma alanları belirlenirken de bu perspektifle hareket edilmelidir. Yazımızın devamında komsomolun çalışma alanlarını, işçi gençlik, köylü gençlik, öğrenci gençlik ve işsiz gençlik çalışmaları alt başlıkları altında ayrıntılı olarak teker teker inceleyip belirleyeceğiz.

İŞÇİ GENÇLİK FAALİYETİ

Emperyalizm, burjuva demokratik devrimini gerçekleştirememiş olan ülkemizde, kapitalizmin kendi iç dinamikleriyle gelişmesine engel olmuş ve ilkel birikim sürecini tamamlayamayan ülkede yarı-sömürge, yarı- feodal yapıyı koruyarak zaten emperyalizm ile rekabet gücü olmayan ulusal burjuvazinin sönmesine, zayıf kalmasına ve sermaye biriktirememe-sine sebep olmakla kalmamış, tüm mali ve ticari kurumlara da egemen olmuştur. Esasta montaja dayalı komprador kapitalizmin tekstil, şeker, tütün, gofret, çiklet vb. tüketime yönelik işletmeler ve yurtdışından ithal edilen yedek parçaları birleştiren montaj işletmeleri ülkemizde sanayinin temelini oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra, maden ocakları, demir-çelik fabrikaları gibi ağır sanayi de bulunmakla birlikte bu işletmelerde çalışanların çoğunun tam proleter olduklarını söylemek güçtür. Çoğu, toprakla hala bağlarını şu veya bu şekilde, şu veya bu oranda sürdürmektedir. Gene de halkımızın en ilerici kesimlerinin bu tür işletmelerde çalışan işçiler olduğunu söyleyebiliriz. Proletarya partisi de işçiler arasındaki çalışmalarını esas olarak bu tür işletmelerde yürütecektir.

Ülkemizin sınıf yelpazesine baktığımızda, sosyo-ekonomik yapının zorunlu bir sonucu olarak cılız bir işçi sınıfı ve gene aynı şekilde az bir oranda uşak burjuvaziye karşılık; geniş bir ara tabaka ile, küçük burjuvaziyle karşı karşıya kalırız. Kendi iç dinamiği sonucu sermaye birikimi ve yoğunlaşması ile sanayinin gelişmesi söz konusu olmadığından, küçük üretim ülkede esas üretim biçimidir. Büyük şehirlerde toplanmış sayılı büyük işletmelerin dışında, ülkenin genelinde küçük ve orta ölçekli, çoğunluğu el emeğine dayalı atölyeler oldukça dağınıktır ve küçük çaplı üretim yaparlar. Az sayıda işçi çalıştıran bu işletmeler, sermayesini arttıramayan, üretimin veriminin çok düşük kaldığı, çok geri bir teknoloji ile üretim yapan ve üretim araçlarını sadece yeniden üretebilen ki bunu da her zaman yapamayıp çoğunlukla yıkıma uğrayan, genişletilmiş bir yeniden üretim sürecine giremeyen ulusal burjuvaziye ait işletmelerdir. Bunların sayısının çok fazla olması ancak dağınık bulunmaları ve her birinde az sayıda işçi çalıştığı, üstelik ekonomik anlamda belirleyici ekonomik zayıflıklarından ötürü ülke ekonomisinde belirleyici bir fonksiyona sahip olamadıkları göz önünde bulundurulursa, komünist partisinin işçiler arasında faaliyet yürütürken bu tür küçük ve orta ölçekli işletmeleri esas çalışma alanı olarak belirlemeyeceği anlaşılır.

Küçük üretimin söz konusu olması ve işçilerin de esasta buna denk düşen küçük burjuva ideolojik şekillenişe sahip olmalarının yanı sıra çoğunlukla gençlerden oluşması; bu tür işletmelerde komsomol faaliyetinin yürütülebilirliğinin nedenleridir.

Proletarya partisinin, gücünün önemli bir kesimini kırlık bölgelere ve şehirlerde de büyük işletmelerde işçi sınıfı içerisine sevk etmesi, dağınık küçük işletmelerde daha az verimli bir çalışma tarzına girmelerine engeldir. Bu alanlara da partinin politikasını ulaştırma kaygısı ve bu alanlarda da bir yan örgüt aracılığıyla çalışma intihacı, perspektif dahilindedir. Dolayısıyla komsomol, küçük ve orta ölçekli işletmelerde yürüteceği faaliyetle partinin politikasını buralara taşır ve bu doğrultuda işçi gençliğin mücadelesini örgütler ve önderlik eder.

Küçük işletmelerde, atölyelerde pek çok genç işçinin çalıştığını ve bunların pek çoğunun da sigortasız olduğunu, hatta zaman zaman karın tokluğuna çok düşük bir ücret karşılığında ve hiç bir sosyal güvenceye sahip olmadan çalıştığını biliyoruz. Hatta pek çoğu çocuk yaşta olan bu genç işçilerin, yoğun bir sömürü ile karşı karşıya kaldıkları, çalışma saatlerinin aşırılığı ve son derece sağlıksız koşularda neredeyse ölesiye çalıştırıldıkları, tartışma götürmez bir şekilde açıktır. Bu tür işletmelerde el ile üretim hâkimdir. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip patronların ulusal niteliği ve üretim ilişkilerinde, çoğunlukla ülkemizin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısından kaynaklanan karmaşık bir durum söz konusudur. Bu işletmelerin ataerkil ilişkilerle harmanlanmış bir patron- işçi ilişkisine sahip olduğu ve bu noktada çelişkilerin de oldukça farklı boyutlarda seyrettiği akıldan çıkarılmamalıdır. Küçük üretim yapılan bu işletmelerde kapitalist mülkiyet sistemi söz konusu olsa da, üretim araçlarının sahibi olan patronun pazar ile ilişkisi çoğunlukla aracı, vurguncu, tüccar ve tefeciler aracılığıyla gerçekleşir. Asalak tabakanın ülkemizde yoğun olması ve artı-değerin önemli bir bölümünün bunlar tarafından çalınıyor olması, bir bölümünü manifaktür diye niteleyebileceğimiz bu tür küçük işletmelerin patronlarının da emperyalizm ile çıkar karşıtlığının bir yansımasıdır.
Asalak bir tefeci tüccar sermayesi yoğunlaşması yaşanırken,, ulusal nitelikli bu küçük patronların sermaye biriktire-memesi ye genişletilmiş yeniden üretim sürecine girememesi; son derece geri bir teknolojiyle ve tam kapasiteyle çalışan bu işletmelerin, kompradorlarla rekabet gücünün olmaması, işletme sahiplerinin anti-feodal ve anti-emperyalist nitelikli Demokratik Halk Devriminin saflarında yer almalarının da zeminini oluşturur.
Faaliyet için bu tür işletmeler seçilirken, dağınık konumlanmış işletmeler değil, küçük işletmelerin ve atölyelerin bira raya toplanmış olduğu sanayi siteleri tercih edilir. Ülkemizde hemen tüm şehirlerde, böyle irili ufaklı işletmelerden, atol yelerden oluşan sanayi siteleri mevcuttur. Böyle bir sitenin dâhilindeki bir işletmede yürütülecek faaliyet süreç içerisin de tüm siteye sıçratılabilecek ve daha geniş bir kitle içerisin de çalışma olanağı bulunacak tır.
Aktivistlerin faaliyetlerinde, profesyonel çalışmanın gereklerini yerine getirmeleri ve genç komünistlerin faaliyetinin bir 'gençlik' faaliyeti değil, esasta parti faaliyeti olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu tür işletmelerde işçilerin çelişkileri, genellikle patronla usta-çırak, abi-kardeş gibi bir tür ilişki içerisinde olduklarından ki çoğu işletmede patron da çalışır; patron-işçi çelişkisinde yoğunlaşmaz. Küçük üretimin belirlediği bilinçleri nedeniyle çoğunun, bir usta ya da patron haline gelerek yaşadığı sefaletten kurtulma kaygıları vardır. Genellikle böyle bir ikili durumla bireycilikleri pekişirken, özellikle, patronlarıyla, 'büyük patronlar' arasındaki çelişkiler dikkatlerini çeker.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Admin

Admin
Admin

Daha büyükçe olan işletmelerde ise, patronlarını hedef alan ekonomik mücadeleye de girişirler.

Aktivistlerin, bu işçilerin küçük-burjuva ağırlıklı yapısını göz önünde bulundurarak, burjuva-feodal sistemin bütününün teşhirini yapmaları, onlara, sömürü ve zulümden kurtuluş yolunun Demokratik Halk Devrimi olduğunu kavratmaları, siyasi iktidar perspektifli bir mücadeleye girişmeden, devrimi gerçekleştirmeden kurtuluşlarının mümkün olmayacağını anlatmaları gerekmektedir.

İşletmenin ve çalışanların iyi bir tahlilini yapmak, faaliyetin birincil aşaması olacaktır. Aktivist, doğru politikalar üretebilmek için şu sorulara cevap vermek zorundadır:

-İşletmede, üretim araçlarının mülkiyeti kime aittir?
-Üretim araçları ile çalışanların ilişkileri ve çalışanların birbirleriyle ilişkileri nasıldır?
-Üretim elle mi, makineleşmiş mi? Esası hangisi?
-Üretimde uzmanlaşma (iş bölümü) var mı? Varsa ne oranda?
-Patron çalışıyor mu?
-Üretim araçları yeniden üretiliyor, yenilenebiliyor mu?
-işletmede sermayenin organik bileşimi nasıl?
-Ödenmiş sermaye, kredi, borç durumları nedir?
-Ücretler nasıl ödeniyor, ne zaman ödeniyor?
-Hammadde, ara mamul, vs. nereden, nasıl temin ediliyor?
- Ürünlerin pazarda dolaşımı?
-Aracılar var mı, fonksiyonları ne?
-Doğrudan salış yapılıyor mu, nasıl?
-Sipariş üzerine mi çalışılıyor, vs.

Tüm bunlar, işletmenin niteliği üzerine yapılacak analize temel veri olacaktır; burada esas olan mülkiyet biçimi ve artı-değerin kim tarafından ve nasıl gasp edildiğidir. Aklivist, analizi ile ortaya çıkarıp kavrayacağı çelişkilerden hareketle bir çalışma içerisine girecek ve işçilere, sömürülmelerinin kaynağını açıklayacaktır. Yani, Lenin'in deyişiyle işçilere "siyasi gerçekleri" açıklayacak ve onların mücadelelerini örgütlerken, kurtuluşlarının gerçek yolunu gösterecektir.

Sanayi sitelerinin genelde irili ufaklı atölyelerden oluştuğunu belirtmiştik. Buralarda çalışan işçilerin sınıf atlama kaygıları, kaderci boyun eğişle harmanlanmış bir çelişki halinde mevcuttur. Bunun aşılması oldukça zorlu bir süreç olacaktır. Ancak aktivistlerin önderliğinde verecekleri mücadele içeri-sinde işçilerin militanlaşacakları da açıktır. Buralarda çalışan işçiler, modern proletaryanın çelik disiplinine sahip değillerdir. Kolektif çalışma ruhundan da oldukça uzaktırlar. Dağınık atölyelerde çalışan işçilerin ekonomik ve demokratik mücadeleleri de örgütlenmeli, önderlik edilmeli ve demokratik kitle örgütlerinde bir araya gelerek örgütlü bir mücadele vermelerine önayak olunmalıdır.
Koşullara göre çeşitli dernekler kurulabileceği gibi, site işçileri, çevre halkevleri, kültür dernekleri vb. gibi yerlerde de bir araya getirilebilinir. Sendikal faaliyet bunlardan ayrı ele alınır. Sendikal faaliyet, esasta Partinin aktivistlerine yürütülecek bir faaliyet olarak görülmelidir. Ancak komsomol, ger böyle bir durum söz konusu değilse, sendikal faaliyetlere de önayak olmalıdır.

Merkezi görev olan Kızıl Siyasi İktidarlar için Köylü Gerilla Savaşının anlaşılması ve işçilerin halk davasına çağrılması, ajitasyon ve propagandada temel halkayı oluşturacaktır. Demokratik Halk Devrimi mücadelesine omuz veren ve hu doğrultuda komünist partisinin önderliğini ve politikalarını benimseyen işçilerle illegal çekirdek örgütlenmelerin etrafında oluşturulacak politik kitle örgütlerinde ürütülecek faaliyetin yanı sıra, bizzat bunların içerisinden ileri ilanlar, örgütün illegal hücrelerinde örgütlenecek aklivistler olacaklardır. Sanayi sitelerinden ön-elikli olarak site hücreleri olarak örgütlenmek esas alınmalıdır, işyeri hücrelerinin oluşturulması, genellikle ihtiyaç duyulmayan bir durumdur ki bu, işyeri çalışanlarının sayısı göz önünde bulundurulduğunda anlaşılacaktır.

Örgüt hücreleri, demokratik nitelikli, ekonomik-demokratik temelde biraraya gelinen site iş-çi komiteleri oluşumunu da perspektif olarak almalıdırlar. Ancak örgülün biçiminin gene de, alanda çalışan aktivistlerin tahlilleri ve politikaları doğrultusunda olacağını ve mutlaklaştırılmaması gerektiğinde belirtelim.

Komünistlerin, buralarda da dinamik bir örgüt hedefiyle hareket etmeleri ve aktivistleri profesyonel devrimciler olarak örgütleyerek, alanda gereksiz kadro biriktirme gibi ülkemiz özgülünde son derece pasif ve mücadeleye hizmet etmeyen bir tutum yerine, alandaki faaliyetin devamını güvenceleyen hücrelerin dışındakileri mücadelenin ihtiyaçlarına göre diğer alanlara aktarmaları gerekir.

Ülkemizde bu, esas olarak kır gerilla birlikleri olacaktır.

KÖYLÜ GENÇLİK FAALİYETİ!

Köylü gençlik faaliyeti, partinin köylük bölgelerdeki çalışma tarzından farklı olmayacaktır. Komünist Partisi, köylük bölgelerde kitleleri esasla gerilla birliklerinde örgütler. Bu se-beple, özellikle partinin önderliğinde köylü gerilla savaşının verildiği bölgelerde, ayrıca komsomolun bir köylü gençlik faaliyeti yürütmesine ihliyaç duyulmaz.
Partinin henüz girmediği kırlık bölgelerde komsomol, par-ti-ordu faaliyetini hazırlayıcı, partinin ve halk savaşının ajitasyon/propagandası yoğunluklu bir faaliyet içerisine girer/girebilir. Bu faaliyet sürecinde özellikle köylü gençlikten örgütlediği taraftar ve sempatizanları gerilla faaliyetinin bulunduğu bölgelere aktarmasının yanı sıra, bölgede kuracağı illegal hücrelerle de yerel bir örgütlülük oluşturmalıdır.

Faaliyeti süresince komsomol, kırlık bölgelerdeki köylü kitlelerinin çeşitli ekonomik ve demokratik eylemliklerini örgütleyecek ve bunlara önderlik edecektir.

Komsomolun gerek işçi sınıfı içerisinde, gerekse de köylülük içerisinde yürüteceği çalışmalar, partinin alana doğrudan girme kararı ile -ki bu koşullara ilişkin partinin değerlendirmesi ile bağlantılıdır- alandaki kadrolar ile birlikte alanın partiye devredilmesi ile sona erer. Doğaldır ki esasta bir parti faaliyeti olan komünist partisinin yan örgütü komsomolun faaliyeti, alanın parti örgütüne doğrudan bağlanmasıyla gerek-sizleşecektir.

Şehirlerde yürütülen semt faaliyetleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Yoksul emekçi halkımızın içerisinde özellikle gecekondu bölgelerinde yürütülen semt faaliyetlerine de yukarıdaki perspektifle bakılır.

ÖĞRENCİ GENÇLİK FAALİYET!

Orta ve yüksek öğretim kurumları, komsomolun önemli faaliyet alanlarıdır. Öğrenci gençlik, üretim araçlarıyla doğrudan bir ilişki içerisinde bulunmadığından herhangi bir sınıfa denk düşmemekle ve tam anlamıyla bir ara tabaka olmakla beraber, esasta küçük burjuvazinin ideolojik karakteristiğine sahiptir.

Öğrenci gençliğin, düzenin eğitim kurumlarında, faşist-feodal eğitim sistemi çerçevesinde bir öğrenim gördüğünü unutmamak gerekir. Doğaldır ki içinde bulunulan toplumsal sistem, eğitim kurumlarına damgasını vuracak ve eğitim, sistemin devamının bir güvencesi olarak hâkim sınıfların mevcut sömürü düzenine bir üst yapı kurumu olarak hizmet verecektir. Komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının bekası için itaatkâr kullar yaratabilmek, gençlerde kendi gerici dünya görüşlerini hâkim kılabilmek için eğitim kurumları hayati bir öneme sahiptir.

Özellikle ilk ve orta öğretim kurumlarında kaderci, boyun eğen faşist Kemalist ideoloji ile beyinleri dumura uğratılan, ezberciliğe, düşünce yoksulluğuna itilmiş ve her türlü anti-bilimsel, ortaçağ kalıntısı hurafelerle şaşkına çevrilmiş, aptallaştırılmış bir gençlik hedeflenmektedir. Ülkemizde ilköğretim kurumlarından mezun olup da ortaöğretim kurumlarına devam edebilenler büyük çoğunlukla kentlerde yaşayan gençlerdir. Kırsal bölgelerde çocuklar ilköğretim kurumlarından dahi uzak, eğitim olanağından yoksun, köylerinin dar sınırları içerisinde ana-babaları gibi azgın bir sömürü altında yaşamaya mahkûm bırakılırlar ve çok azı orta öğrenim olanağını elde eder. Elbette eğitimin anti-bilimsel olması dolayısıyla, bu olanağı elde edenlerinde 'şanslı' sayılabilirliği tartışılırsa da her ne şekilde olursa olsun kitaplarla tanışma fırsatını elde edebilmek dahi önemlidir. Orta öğrenim kurumlarından ve liseden mezun olabilen gençler için ise bir üniversite sendromu başlar. Eğitimde fırsat eşitliğinin olmadığı gün gibi aşikar ve at yarışlarından farkı olmayan üniversite sınavlarını dershane sömürüsü ve dershaneye gidebilenlerle gidemeyenlerin 'rekabeti' ortamında kazanabilen gençleri de pek parlak bir gelecek beklememektedir.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Admin

Admin
Admin

Öğrenci gençlik, tüm bu olumsuz koşullara rağmen, öğrenim görüp toplumda bir yer edinebilmek ve iş bulup geçimini sağlayabilmek için "zorunlu ihtiyacı" olan diplomayı elde ederek düzene entegre olabilme kaygısı taşımaktadır. Buna karşılık diplomanın iş güvencesi olmaması, öğrenci gençliği gerçek bir ikileme sokar. Sorguladığı toplumsal sistem ve tüm eşitsizlikler, faşist yönetmelikler, polis, sivil polis ve sivil faşistler ağı ile her türlü baskı ve zor tekrar karşısına dikildikçe, öğrenci gençliğin alternatif arayışı da keskinlesir.

Tüm bu çelişkiler içerisinde öğrenci-gençlik, toplumun diğer kesimlerine nazaran okuyup araştırabilme olanaklarına -zorlayarak da olsa- sahip olabilen ve pek çok kesimden daha önce toplumun genel yapısı hakkında fikir edinebilen kesimdir. Dolayısıyla, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, öğrenci gençliğin aydın bir karakteri vardır, ikili karakterini de vurguladığımız bu geniş gençlik kesiminin bir bölümü, ki bu bir azınlık olacaktır, gerçekten de, hâkim sınıfların sistemlerinin devamı için ihtiyaç duyduğu teknokrat, yönetici, 'bilim adamı', vs. gibi meslekler edinecek ve hakim sınıfların yanında, bizzat onların içinde veya sömürülerinden pay alarak safını alacaktır. Büyük bir çoğunluk ise işsizler ordusunun gizlendiği 'üniversitelerden atılacak, okulu bitiremeyecek, bilirse de iş bulamayacak ve gizli işsizden açık işsize dönüşecek veya ana babalarının yanında emekçi halkımızın saflarında yer tutacakladır. Aydın karakteri, doğru bir önderlikle proletaryanın safında yer almasının zemini olan öğrenci gençlik, komsomolun içerisinde çalışması gereken önemli bir halk gençliği kesimidir.

Bilim kurumu olması gereken üniversitelerin, bilim ürete-bilmekten oldukça uzak olduğunu biliyoruz. Hâkim sınıflar, bilimi kendi sınıf çıkarları için tekellerine aldıkları gibi, bilimsel araştırmaları da ancak sömürü ve zulüm düzenlerinin devamına hizmet ediyorsa desteklerler. Gerçek anlamda, özgür bir bilimsel çalışma ortamından yoksun bulunan üniversitelerde, öğrencilerin özverileri doğrultusunda hayata geçirilen bilimsel araştırma kırıntıları da, araştırmacıların sömürülmesinin temel aracı olmaktadır. Üniversite öğrencileri ve araştırma görevlileri, bütün olanaksızlıkları içerisinde yaptıkları tez, proje gibi çalışmaları ile sömürülmektedir.

Öğrenciler ders programlarından içeriğine kadar niteliksiz ye anti bilimsel bir eğitim almakta ve mesleğini dahi öğrenemeden mezun olabilenlerin pek çoğu, olanaksızlıklar içerisinde, sadece düzene entegre edilmeye çalışıldıkları bir sürecin ardından yaşama atılmaktadırlar. Dediğimiz gibi pek azı, onlar da bilimle ilgisiz, kompradorların uşakları olarak çalışmak üzere iş bulabilmektedir.

Bunca soruna ek olarak, akademik mücadelelerinin önünde dikilen faşist kurumlaşma ve asker-polis zoru, öğrencilerin, susan, konuşmayan, sorgulamayan, hiç bir demokratik hakkı olmayan, politika yapması yasaklanan bireyler olarak yaşamaya devam etmeleri içindir.

Bu çelişkiler, öğrenci gençliği akademik ve demokratik mücadeleye itmekte, söz hakkı isteyen öğrenci gençliğin mücadelesi her zaman için hakim sınıflara korku vermekte, bastırılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu mücadelenin örgütlenmesi ve öğrencilerin öz örgütlülüklerinin yaratılması sorunu, öğrenci gençliğin en önemli sorunlarından biri olma konumunu korumaktadır. Bugüne kadar küçük burjuva öğrenci önderliklerinin dar grupçu, sekler anlayışları oluşturulabilinen öz örgütlülüklerin de süreç içerisinde erimesine ve geriye kalan devrimci öğrencilerin de alabildiğine marjinalleşmesine sebep olmuştur.

Komsomolun öğrenci gençlik içerisinde yürüteceği çalışmalarda üniversite özgülündeki perspektifi, demokratik halk üniversiteleri mücadelesinde bir aşama olan öğrenci gençliğin özerk demokratik üniversite mücadelesine önderlik etmek olmalıdır. Öğrencilerin demokratik, bilimsel, iş güvenceli eğitim mücadelesi olabildiğince açık, kitlesel öğrenci demekleri aracılığıyla yürütülmelidir. Mali, idari ve bilimsel özerklik bileşenleriyle Özerk Demokratik Üniversite Mücadelesini reddetmemeli ve bizzat önderlik ederek doğru politik hatta devrime kanalize etmelidir.

Demokratik Halk Üniversitesi alternatifi, komsomolun üniversite özgülündeki temel şiarıdır. Dolayısıyla genç komünistler, Demokratik Halk Devrimi ile gerçekleştirilebilecek olan alternatif üniversitelerin propagandasını ve bu perspektifle örgütlenmeyi, özünde Demokratik Halk Devrimi mücadelesine tabi yürütürler. Bu çerçevede oluşturulacak polilik kitle örgütlerinde yer alan öğrenci gençliği Demokratik Halk Devrimi mücadelesine seferber ederler.

Kitlelerden kitlelere şiarı ve Maoist kitle çizgisiyle yürütülen faaliyet başla öğrenci demekleri olmak üzere, amfilerde, sınıflarda ve üniversitelerde bulunan çeşitli kulüp, vs. gibi örgütlülüklerde de sürdürülecektir. Öğrencilerin öz örgütlülükleri olan öğrenci derneklerinin doğru bakış açısıyla yeniden inşa edilmeleri ve gene komünistlerin buralarda kitlelerle buluşması esas alınmalıdır.

Öğrenci derneklerine bakış, demokratik öğrenci hareketinin uzun zamandır temel problemi olan örgütlenmeye doğru bir perspektif sunarak hareketi ivmelendireceğinden son derece önemlidir. Sekter yaklaşımların aksine, genç komünistlerin savunacağı yegane örgütlenme ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir. Anti-faşist, anti-emperyalist, anti-feodal ve anti-şovenist nitelikler var olması gereken rotadır ve yine komünistlerin yapması gereken tam da kitle örgütünü bu rotaya sokmaya çalışmaktır.

Açıktır ki, kitle örgütlerinde demokratik merkeziyetçilik anlayışı, 'ajitasyon ve propagandada serbestlik' Leninist ilkesinin savunulmasıyla bir tutarsızlık arz etmez. Örgütle demokratik merkeziyetçiliğin işleyişini belirleyen, elemanlarını bir araya getiren temel olduğuna göre, zaten akademik ve demokratik sorunlar temelinde oluşan kitle örgütünde alınan programatik görüşlere aykırı siyasi kararların politik örgütleri bağlayıcılığı olamaz. Elbette, bu da, bu türden kararların alınamayacağı anlamına gelmez. Genç komünistler, derneklerde politik önderlik misyonuna denk düşecek şekilde kitlelerin mücadelelerini örgütleyecek, süreç içerisinde politikalarını benimseyen kitlelerle, verilen mücadeleye damgalarını vuracaklardır. Tüm demokratik kitle örgütleri gibi öğrenci dernekleri de, zamanı geldiğinde proletarya partisi önderliğindeki sıcak mücadeleye doğrudan katılmış olacaklardır.

Liselerde, liseli gençlik içerisinde yürütülen faaliyetlin de ayrı bir önemi vardır. Öz örgütlülükleri olan öğrenci birliklerinin örgütlenmesine önderlik edilmesi ve liseli gençliğin akademik ve demokratik sorunlarını ve mücadelelerini, demokratik halk liseleri hedefiyle yönlendirmesi gerekir.

Öğrenci gençlik faaliyetinde komsomol, gene hücre tipi örgütlenecek ve dernek/birlik hücreleri, amfi/sınıf hücreleri, kulüp, vs. hücreleri oluşturulacaktır: Ajitasyon/propaganda, örgütlenme ve teknik birimlerin oluşturulması ve belirli bir uzmanlaşma dâhilinde yürütülmesi esas alınmalıdır. Sonuç olarak;

Komsomol ve faaliyetini, genel hatlarıyla açmaya çalıştık. Üzerinde sürekli vurgu yaptığımız konu, komünist partisiyle komsomol arasındaki ilişki oldu. Komünist partisinin öncü rolü çerçevesinde Komsomol gibi bir yan örgüt oluşturabileceğini ve bu yan örgülün, komünist partisinin belirlediği perspektifle faaliyete geçirdiği bir araç olduğunu söyledik. Çünkü, komsomolda var olabilen ideolojik hastalıkların başında yer alan parti tasfiyecisi; Partiyi ikame eden anlayış, mücadele edilmesi gereken en tehlikeli hastalıklardan biridir

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-
07

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Admin

Admin
Admin

Sınıf mücadelesinde proletaryanın örgütten, yani komünist partisinden başka silahı yoktur. Komünist partisi ve onun yan örgütleri sınıf savaşımının bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı gerçek anlamıyla, bu örgütlülükler sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap verebilmelidir. Sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre şekillenmek durumundadır. Zira içerisinde bulunduğumuz toplumsal koşullar, komünist partisine bunu dayatmıştır. Bu misyon, toplumu değiştirme, dönüştürme ve önderlik etmektir. Onu yapacak olanda komünist partisinin kendisidir.

Komünist partisinin ve onun yan örgütlülüklerinin, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde konumlanmasının temel etmenlerinden biriside, o örgütlülüğün kendi iç işlerliğini, yaşam tarzını düzenlemesi olgusudur. Kendi içerisinde yaratmış olduğu kendine has, kendi dünya görüşü ışığında hazırlamış olduğu kurallar ve de hukukudur. Her hangi bir örgütlülüğün iç işlerliliğini sağlayan, örgüt tüzükleri ve yönetmelikleridir. Örgütlü yaşam tarzıdır. En genel anlamıyla örgüt disiplinidir. Örgüt disiplini, sadece ve sadece örgütün belirlediği temel kural ve kaidelerden ibaret değildir. Böylede 'algılanmamalıdır. Örgüt disiplini aynı zamanda tek tek kişilerin kendi özel yaşamlarına yön vermeleri demektir. Yani örgütün yaratmış olduğu değerlere göre hareket etmeyi de kapsar. Bir yönüyle disiplinli olmak, aynı zamda güçlü bir örgüt ruhuna sahip olmayı da beraberinde getirmektedir.

Komünistlerin disiplin anlayışları, dogmatikçe ele alınmış, kör bir disiplin anlayışı değildir, olamazda. Komünistlerin disiplini, gönüllüğü esas alan, bilince dayalı, proletaryanın çelikten disiplinidir. Kör disiplin, kişilerin uydukları kuralları, yaşadıkları yaşam tarzını bilince çıkartmadan körü körüne itaat etmeleri üzerine kuruludur. Diğer bir yönüyle de, gözlerimi kaparım, görevimi yaparım, amir-memur ilişkisi çerçevesinde kendini gösterir. Bu türden anlayışlar, proletaryanın davasına yarar getirmekten ziyade, zarar veren ve komünist çalışma tarzına zıt anlayışlardır. Bu tür anlayışlar, belli kişilerin otoritesine tapan ve de kendi kafasını kendi omuzları üzerinde taşımayan kişilikler doğurur. Böylesi bir tarzda şekillenecek kişilikler açısından örgütün genel politikaları ve genel kuralları bağlayıcı olmaz. Daha çok gücüne taptığı kişinin söylemleri ve anlayışları önemli olur. Örgütün kararları ve talimatları mekanik bir şekilde algılanır. Kısacası kör disiplin dediğimiz şey, akvaryumda yetişen, akvaryum balıkları gibi kişilikler yaratır. Nasıl ki, akvaryum balığını akvaryumdan çıkartıp, denizlere, büyük okyanuslara attığımızda boğuluyor ve büyük dalgalara göğüs geremiyorsa; bu anlayışlar çerçevesinde yetişen kişiliklerde sınıf mücadelesinin engin denizinde boğulmak zorunda kalacaklardır. Bu da komünist saflarda önemli derecede tahribat yaratır.
Komünistlerin disiplini gönüllülüğü, esas alan bilince dayalı, proletaryanın çelikten disiplinidir. Kural ve kaidelerin bilincinde hareket etmeye dayalıdır. Bir sorunu bilince çıkartmak, onu kavramak, o sorunu görüngesel ve içsel bütün yasalarıyla bilmek ve hayata geçirmektir. Zaten sorunlar kavrandıktan sonra disipline uymak, kendiliğinden gönüllü bir temele oturur. Proletaryanın çelikten disiplinini yıkılmaz kılan, gönüllülüğü esas alması ve bilince dayalı olmasıdır. Temel kaynağı budur.

Bu açıdan, örgütün iç işlerliğini sağlayan, örgütü ayakta tutan kuralların, hangi ihtiyaçtan kaynaklı olduğunu, o kuralların dayandığı noktaları görmez ve kavramaz isek, bırakalım örgüt disiplinine uymayı, örgütün kendisine, örgüt kavramına karşı çıkarız. Örgüt, bizim açımızdan anlamsızlasın Gereksiz bir şeymiş gibi görünür, ideolojik planda varacağımız nokta anarşizm olur. Kuralsız yaşamı tercih etmek olur. Başıboşluğu ve de düzensizliği tercih etmek olur.

Kuşkusuz ki, biz komünistler esasta kurallara karşıyız. Her işin kurallar olmaksızın yürümesini isteriz. Her insanın, her şeyin bilincinde hareket etmesi taraftarıyız. Bundan dolayı da, kurallara, tüzük hükümlerine gerek duyulmaması taraftarıyız. Fakat içerisinde bulunduğumuz toplumsal koşullar bizim bu istemlerimiz karşısında set oluşturmaktadır. Çünkü içerisinde yaşadığımız, toplumsal yapıda bir çok sınıf ve tabaka vardır. Sınıflı toplumda yaşayan insanlar, bu sınıf ve tabakalar üstü değildirler. Her birey, bir sınıfın üyesidir. Ve de her birey, yaşadığı gibi düşünür. Toplumsal yaşam koşulları, insan bilincini belirler. Bu anlamıyla tek tek bireylerin, bu sınıflardan etkilenmemeleri olanaksızdır. Devrimci ve komünist saflara gelen insanlarımız, devrimcilik öncesi yaşamlarından kalan birçok zaaf ve hastalıkları da beraberinde devrimci saflara taşımaktadırlar. Bu zaaflar devrim sonrası da varlığını koruyacaktır. Bir yönüyle, bu hastalıkları değiştirip, dönüştürmek süreç sorunudur. Bu hastalıkların maddi zemininin ortadan kaldırılması sorunudur. Dolayısıyla, sınıfların ortadan kalkacağı sürece kadar yasalar, kurallar vb. olmak zorundadır. Bugünden kuralları ortadan kaldırmak, komünistlerin sübjektif niyetlerine bağlı değildir. Kısacası, kuralsız yaşamak için bu günden kurallı yaşamak zorundayız.

Sınıfın savaşımı iki karşıt düşman arasındaki savaştır. Ve de bu savaş kendi kurallarını, kendi özgülüne göre açığa çıkarmaktadır. Keza, her iki düşman güçte birbirlerinin vereceği en ufak açığı değerlendirme, en ufak gediği doldurma, hasmını yenilgiye uğratma, çabası içerisindedir. Bu, savaşın temel yasalarından bir tanesidir. Bizlerin yenilgisi de, zaferi de savaş yasalarını bilince çıkartıp çıkartamamamıza bağlıdır. Savaşı kurallarına göre yürütmez isek, hasmımıza vereceğimiz açıklarda buna paralel olarak çok olacaktır. Yenilgilerimizin, zaferlerimizin temel sebebi buna bağlıdır. Disiplinli olup olmamamıza bağlıdır.

Bütün bu kurallar, illegaliteye uymaktan tutalım da, yoldaşlık ilişkisine, yatıp kalkmamıza, halka karşı davranışlarımıza; gerilla yaşamında nöbet kurallarından tutalım da, tek tek çatışmalarda emir ve talimatları yerine getirip getirmememize, gerilla birliğinin sosyal yaşamına ayak uydurmaya kadarki bütün kuralları kapsar.
Elbette ki, devrimci yaşamı düzenleyen kuralların doğru tarzda hayata geçirilmesi tek yönlü ele alınamaz. Disiplin olgusunun bir örgütsel yönü, birde kişisel yönü vardır. Kişinin kendi kendisini disipline etme yönü vardır. Örgütün, somut koşullara, somut ihtiyaçlara göre kuralları belirleyip, üstten alta doğru, kavrayıp kavratması ve de belirlediği kuralları hayata geçirmesi, hayata geçirilip geçirilmediğini denetlemesi disiplinin örgütsel boyutudur. Kişinin disiplin kurallarını bilince çıkartması, kendi yaşamına yön vermesi, nasıl bir yaşam sürdüreceğini belirlemesi disiplinin kişisel boyutunu oluşturur.

Sınıf mücadelesi uzun soluklu bir maratona benzer. Bu maratonda sonuna kadar koşmak ve kazanmak, kişinin kendisine bağlıdır. Kişinin, kendisini, bu maratonun kurallarına motive edip etmemesine bağlıdır.

Örgüt disiplinine kayıtsızlık, kendini başlıca hangi şekillerde gösterir?

En başta, örgütün genel politikalarının ve örgüt kararlarının hayata geçirilmeyişi, hayata geçirilmesinde yeterli çabanın harcanmaması, her işi oluruna bırakmak ve kendiliğindencilik en boyutlu disiplinsizliktir.

Örgütün genel politikaları ve kararları, örgütü geliştirecek, güçlendirecek en temel fonksiyonlardır. Örgütü bu fonksiyonlarından mahrum bırakmak, örgütü zayıflatan, güçten düşüren, dahası örgütü tasfiyeye kadar götürecek davranışlardır. Örgütün önderlik misyonunun temel taşı, örgütün politik hattıdır. Ve aldığı kararlardır. Kararları ve politikaları hayata geçirecek olanda örgütün kadrolarıdır, üyeleridir, sempatizanlarıdır. .Bu konuda herkese sorumluluk, herkese büyük görevler düşmektedir. Politikaların doğru tarzda hayata geçirilmesi, düzenli ve disiplinli çalışmalar sonucu olur.

Politikaların ve kararların hayata geçirilmemesinin birçok nedeni vardır. Bunların en başında politikaların kavranmaması, bilince çıkartılmaması yatar. Bundandır ki, siyasi çalışmalarımızda genel politikalarımızın eğitim konusu yapılması ve yüzeyselliğe yer vermeden derinlemesine tartışılıp kavranması ve kavratılması gerekmektedir. Bilince çıkartılmayın bir politikayı hayata geçirmek olanaksızdır. Keza kararlar alınırken de nedenleri ve niçinleriyle karar tartışılmalı, kavratılmalıdır. Kararın alınış nedeni bilinmeden karar hayata geçirilmez.

Diğer bir nokta ise, azınlığın çoğunluğa tabi olmamasıdır. Kendi düşünceleri ve önerileri kabul görmeyince, alınan kararları hayata geçirirken şevksiz davranmak, faaliyeti sekteye uğratmaktır. Alınan kararları bir kefeye, kendisini başka bir kefeye koymak ve sonucun başarısız olmasını beklemektir. Yada kendi faaliyet alanında, alınan karar doğrultusunda hareket etmek yerine, kendi kafasındaki düşünceler doğrultusunda faaliyet yürütmektir. Örgütün görüşlerinin propagandasını yapmak yerine kendi görüşlerinin propagandasının yapmak ve kendine taraftar toplamaya çalışmak; örgütün kitle yayın organlarında, örgütün resmi düşünceleri yerine, kendi kişisel düşüncesine yer vermek, işte bütün bunlar devrimci dürüstlüğe sığmayan davranışlardır. Disiplin ihlalleridir. Bir örgütü örgüt olmaktan çıkartan temel etmenlerden bazılarıdır.

Bütün bu sorunların panzehiri demokratik merkeziyetçilik ilkesidir. Bundandır ki demokratik merkeziyetçilik ilkesi, komünist partisinin temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Demokratik merkeziyetçilik, herkesin düşüncesini kendi organında, özgür bir biçimde savunması, demokratik ortamda önerilerini sunmasıdır. Bu, ilkenin demokratik yönüdür. Kararlar alındıktan sonra da azınlığın çoğunluğun kararına uyması, zaruridir. Bu da, ilkenin merkeziyetçilik yönüdür. Sorunlar bir toplantıda çözüme bağlanamamışsa, bir sonraki toplantıyı beklemek suretiyle tekrar gündeme getirilmelidir. Örgüt tartışma kulübüne çevrilmeden, sorunlar derinlemesine tartışılmalıdır. Çok başlılığı, kargaşayı önlemek için, birey örgüte, azınlık çoğunluğa, bütün organlar merkezi önderliğe tabi olmalıdır;

Eleştiri-özeleştiri mekanizmasının çalıştırılmaması, yada doğru tarzda işletilmemesi de örgüt disiplinini rencide eder. Eleştiri-özeleştiri mekanizması, komünist partisinin gelişimini sağlayan motor gücüdür. Eleştiriler parti faaliyetinin daha ilerliye gitmesi, yeni mevziler kazanılması için kullanılmalıdır. Partinin savaş gücünü arttırmalıdır. Eleştiriler yıkıcı değil yapıcı ve bütünleştirici olmalıdır. Eleştirilerini somut dayanakları olmalıdır. Eleştiride bilimsellik budur. Eleştiriler, kişisel saldırı aracı olarak kullanılmamalıdır. Eleştirilerin kişisel saldırı aracı olarak kullanılması, örgütü kişiler arası sürtüşme arenasına çevirir. Ve de yoldaşlık ilişkisini rencide eder. Kişileri ve örgütü yıpratır. Güçsüz kılar.

Eleştirilerin, ulu orta yapılması da örgüt düzenini bozar. Kişilerin kendi organında yapması gereken eleştirileri ulu orta her yerde yapması, dedikodu mekanizmalarının oluşturulmasına sebep olur. Eleştirilerin ulu orta yapılması, kitlelerin örgüte olan güvenlerini sarsar. Örgüte güveni sarsar. Güvensizlik ortamı yaratır. Örgütün kitleler nezdinde prestijini sarsar.

Unutulmamalıdır ki, sağlam bir örgüt olmaksızın devrim, bir rüyadan ve hayalden öte bir şey olamaz. Sağlam bir örgüte sahip olmakta, ilkeli ve disiplinli çalışmanın ürünü olacaktır. Sağlam bir örgüte sahip olmak, bütün kişisel kaygıları, çıkarları bir kenara bırakıp, örgüt ruhuyla donanmaktan geçer.

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-10

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

7Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (1) Paz Ara. 07, 2008 3:49 am

Admin

Admin
Admin

İnsan, bilinçli ve toplumsal bir varlıktır. Tarih boyunca toplumsal faaliyetinden edindiği bilgiyi bilince çıkaran insan, doğayı kavrama ve değiştirme amacıyla gerçekleştirdiği çalışma sonucu, emeği ile kendini ve doğayı üretmiş, değiştirmiştir.

Birey ile toplum arasındaki ilişki ve "çelişkilerin" bu bağlamda ele alınması gerektiği ve bireyin bilincinin mevcut koşullarca belirlendiği açıktır, idealistler, insanın toplumsal ilişkilerin toplamı olduğu gerçekliğini reddettiklerinden; bireyi içinde yaşadığı toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullardan soyut ele alırlar. Bu yanılgı, bireyi merkeze oturtan ve doğa ile ilişkilerinde kendiliğinden bir birliği ve uyumu varsayan anlayışa götürür. Şurası bir gerçek ki, birey toplumsal ilişkileriyle varlaşır ve bireyin toplumla olan uyuşmazlıkları geçicidir. Birey toplumsuz yaralamayacağına göre, birey ile toplum arasında değil, ancak toplumun bir kesimi ile diğeri arasındaki çıkar çatışmalarından veya uzlaşmazlıklardan söz edebiliriz.

Ne var ki, toplumumuzda birey, bireysellik, kişilik vb kavramların sıkça ve bireyi, bireyselliği övücü, öne çıkarıcı bir tarzda kullanıldığını, kişilik hakları, kişisel çıkarları vb. formülasyonların şekilsiz ve sübjektif yorumlanışım; insanların davranışlarına da esasta bu yaklaşımın yön verdiğini gözlemlemekteyiz. Bireyin, kendi çıkarları ile toplumun çıkarlarını karşı karşıya koyması, diyalektik ve tarihsel materyalizme aykırıdır. Bunları birbirinden kopuk ele alması, öznelci idealist düşünce sistematiği ile hareket etmesi aslında yadırganacak bir durum da değildir. Bilimsel olmayan bu bakış açısı toplumdaki hakim sınıfların ideolojisinden bağımsız ele alınamaz.

Elbette bireyleri birbirinden farklı kılan ruhsal ve bilinçsel özellikler, yani farklı kişilikler olacaktır. Ancak bunlar da yine bireyi çevreleyen toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullarca belirlenir. Sınıflı toplumlarda, konumlanışları itibariyle sınıfsal çıkarlar belirleyecektir kişilikleri. Burjuva kişilik ve buna karşılık proleter kişilik gibi kişilik tiplemeleri ortaya çıkacaktır. Burada da toplumsallığın yadsı-namazlığı ile karşı karşıyayız.

Günlük yaşamda "ben", "benim", "benim kişiliğim", "benim çıkarlarım" vb. şatafatlı sözlerde somutlanan bireyi üstün tutan bireyci dünya görüşünün ortaya çıkışı özel mülkiyete ve sınıflı toplumun gerçekleşmesine dayansa da, kapitalist toplumda bireyciliğin en gelişmiş ve keskin halini aldığı, burjuvazinin, olmazsa olmazı olduğunun bilinciyle benimseyip topluma hakim kıldığı bir gerçekliktir.

Günümüzde hakim ideolojinin etkisiyle böyle şekillenen ve bireycilik iliklerine kadar işlenen insan; kendisini her şeyin merkezine koymakta ve idealist bakışıyla sorunların(m) çözümüne de gerçekçi yaklaşımlar sunamamaktadır.
Toplumsal pratik içerisinde karşılaşılan sorunlar; mevcut duruma tepkiler, insanları kendiliğinden bir mücadeleye yöneltmekte, fakat bireysel çaba ve davranışları ile esasta sonuç alamayan birey, ya mevcut durumu kabullenme, ya da bireysel kahramanlıklar yapma pratiğine atılmaktadır. Toplumsal sorunlara bu küçük burjuva bakış, gerçek çözümü asla getirmeyecektir. İnsanın yine pratiği içerisinde edindiği kendiliğinden bilincin, onu ortak sorunlara karşı ortak mücadele noktasına getirdiği de bir gerçektir. Bu, tek başına sorunun altından kalkamayacağının bilincine varan insanın "birlikten güç doğar", "bir elin nesi var, iki elin sesi var" vb. sözlerle ifade olunan kendiliğinden bilinçtir. Kendiliğinden bilinç diyoruz. Çünkü halk arasında sıkça kullanılan bu sözlerin kolektife doğru atılan bir adım olma noktasındaki ileri yönü bir yana özünde, yine bireyin kendi sorununu çözme kaygısından kaynaklı ihtiyaç duyduğu nicelik güç vardır. Özünde kolektivizm değil, bireysellik vardır. Sorunların özü görülmemiş, sınıf bilincine erişilmemiş, ancak tek başına çözüme gidilmeyeceği bilgisine varılmıştır. Öyleyse halkın kendiliğinden vardığı bu bilgiyi sınıf bilincine sıçratmak, "birlikten güç doğar" anlayışının ilerici yönünü proleter özle yoğurup çelikleştirmek; bireyselliği, bireyciliği kolektife dönüştürmek gerekmektedir.

Bir taşı tek başına kaldıramayan bir insanın, taşı kaldırmak isteyen bir grup insanla bir araya gelmesi dahi bir çeşit örgütlülüktür. Örgütün ihtiyaçtan doğduğu çok sık yinelediğimiz genel bir doğrudur. Ancak ihtiyacın bilgisine varılması ve örgütlenme gereğine vurgu yapılması yetmez. Esasında, birey-toplum ve birey-örgüt ilişkisini nasıl kurduğumuz ve örgüte hangi bilinçle yaklaştığımız önemlidir.

Örneğin; kapitalizmle birlikte açlık ve sefalet içindeki yaşamları işçilere patrona karşı mücadele gereğini dayatmış ve işçileri yaşamlarını bir nebze de olsun iyileştirebilmek için, "kuruşa kuruş katma" mücadelesine, ekonomik mücadeleye atılmışlardır. Bu çerçevede, işçilerin kendiliğinden bilinçleriyle ulaşabildikleri örgüt, sendika olmuştur. Sendikal mücadelenin temelindeki ekonomik mücadele ihtiyacı; yani işçilerin ekonomik sorunları temelinde örgütlenme kaygısı, onları sendikalaşmaya yöneltir.

Kendiliğinden bilinçle oluşturulan bu tür örgütlenmelerle, bireyin toplumsal gerçekliği bilince çıkardığını ve gerçek çözüm aracına kavuştuğunu söylemek imkansızdır. Sınıf bilinçli işçinin örgütleneceği yer, komünist partisi safları; sendikal mücadeleye bakışı, sınıf sendikacılığı olacaktır kuşkusuz. Dolayısıyla burjuvazinin, işçi sınıfı içerisindeki kolu diyebileceğimiz, mücadeleyi ekonomik mücadele ile sınırlayan reformist anlayışları yüceltmesi; kendiliğinden bilincin sınıf bilincine dönüşmesinin önüne tüm gücü ile engel olmaya çalışması ve bireyciliği, "bireyselliği" sürekli şırınga etmesi doğaldır.

Hakim sınıflar, genel olarak tüm halk sınıf ve tabakalarına elbette ki bireyci bakış açısını aşılamaya; beyinlerini idealizmle dumura uğratmaya çalışacaklardır. Üstelik, bireyciliğin en tipik özelliğine sahip küçük burjuvazinin yoğunluklu olduğu bizimki gibi ülkelerde, bu çok daha boyutlu bir nesnel zemine de sahiptir. Öyleyse, burada bizler açısından birey ile örgüt arasındaki ilişkiyi birey ekseninde kurgulamanın tehlikesini görmek ve göstermek, örgütü salt "bireyler" toplamı, bir nicelik olarak görme anlayışını mahkum etmek; sınıf savaşımı gerçekliğinde örgüt bilincinin önemini bilince çıkarmak zorunludur.

Her örgüt, bir çeşit irade ve eylem birliğidir. Sınıflı toplumlarda her birinin bir sınıfın damgasını taşıyacağı; irade ile belirlenen rotasının bir sınıfa hizmet edeceği ve bununla bağıntılı olarak son tahlilde ilerici veya gerici olacağı açıktır. İrade ve eylem birliği olan örgütün, hangi nitelikte olursa olsun, şu veya bu biçimde/düzeyde demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile işlemesi, örgüt için varlık-yokluk meselesidir. "Örgüt, tek tek bireylerden oluşurken, asla salt bir bireyler toplamı değildir", şeklindeki yaklaşımımızın örgütsel plandaki yansıması da kuşkusuz bu ilke (ve aynı zamanda yasa) ile olacaktır. En basit haliyle, acıkan ve yemek yemek isteyen insanların bu amaçla oluşturduğu "örgütlenme"de dahi hangi yemeğin nasıl elde edilip yenileceğine, demokratik merkeziyetçilik ya da azınlığın çoğunluğu tabi olması ilkesi ile karar verilmesi, karar alıp uygulayabilmenin olmazsa olmaz koşuludur. Örgütün niteliği, eyleminin içeriği, örgütü şekillendiren ihtiyaca, örgütün üzerinde yükseldiği temele göre değişirken; demokratik merkeziyetçilik örgütlenme ilkesi sınıf mücadelesi tarihinde yine aynı bağıntıda, basitten karmaşığa yeni biçimler almış, Leninizm’le son şeklini almış, Maoist "iki çizgi mücadelesi" anlayışıyla da komünist partisinde iç işleyişin gerektirdiği en mükemmel noktaya varmıştır.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

8Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (1) Paz Ara. 07, 2008 3:51 am

Admin

Admin
Admin

"İrade ve eylem birliği" formülasyonundaki "bir"liğin iki yönü olduğunu görüyoruz; demokratiklik ve merkeziyetçilik. Burada demokratiklik, örgütteki bireylerin kendilerini "örgütün sınırları içerisinde sınırsızca" ifade ederek iradeyi, yani tüm fikirlerin net durumunu belirlemelerini ifade ederken; merkeziyetçilik, oluşturulan iradenin tüm örgüt bireylerini bağlayacağı anlamına gelir. En kaba haliyle bu şekilde tanımlayabileceğimiz irade ve eylem birliğinde, bireyin örgüte tabi olmasıyla, birey ile örgüt arasında eşyanın doğası gereği çelişki varolacağını söylemeliyiz.
İnsanların kendilerine ve çevrelerine yabancılaşmalarının hat safhaya vardığı ve sürekli bireycilik ve bencilliğin pompalandığı mevcut toplumsal sistemde, insanın örgüt ve örgütlenme bilincinde de bireyselliğin aşılamaması olağan görünüyor. Halbuki örgütlülük, bilincin değiştirme ve dönüştürme amacıyla kolektife dökülmesidir. İdeolojisinin ana halkası bireycilik olan burjuvazinin hakim olduğu kapitalist sistemde, burjuvazinin örgütlerinin sınıf bilinçli muazzam işleyişine tanık oluyoruz. Burjuvazi, ordusu, polisi, mahkemeleri ve cezaevleriyle; halkın üzerindeki hakimiyet aracı olan devleti ve uluslararası emperyalist sömürü çarkıyla, kolektif bilinçle sınıf savaşımının karşı-devrim cephesindeki sınıf örgütlerine sahiptir ve hiçte bireysel davranmaz. Bir kapitalistin, sistemin devamı söz konusu olduğunda; sistemi tehdit eden bir durumla karşı karşıya kaldığında, nasıl da belirli bir ülkedeki pazar payından ve sömürüsünü arttırmaktan vazgeçebildiğin! görüyoruz. Çünkü kapitalist bilir ki, esas olan mevcut düzenin korunmasıdır; bu onun -ve sınıfının- varlık yokluk sorunudur.

Hangi türünden olursa olsun, örgütlü gücün bir kolektif olduğunun, bireysel tavırlarla bağdaşmadığının ve bireysel tavır alışlar toplamı olmadığının anlaşılması gerekiyor. Hakim sınıfların örgüt bilincindeki bu seviyeye karşılık, halk sınıf ve tabakalarının sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerinde, bireyden ve ben olgusundan yola çıkması; üstelik işçi sınıfının da bunu, düşman ideolojisinin üzerindeki "bireycilik" etkisi ile yapması kabul edilir bir durum olamaz.

Birey, akademik, ekonomik, demokratik hak talepli mücadelesinde, haklarını bireysel savaşımıyla alamayacağı kaygısıyla kendiliğinden örgütleniyorsa; bu elbette kötü bir şey değildir. Ancak kötü olan; bu anlayışın özendirilmesi ve örgütlü gücün, sayılarla ifade olunan bir nicelik birlikteliğine indirgenerek, bireyselliğin aşılmasının ve bireyin toplum içersindeki konumlanışı, ilişkisi ve toplumdaki uyuşmazlıkların esasta toplumun belirli bir kesimi ile, düşman sınıfla olan çıkar karşıtlığından kaynaklandığını bilince çıkarmasına, yani tüm insanlığın kurtuluşunun anahtarı olan proletaryanın sınıf bilincini kazanmasının önünde engel olunmasıdır.

Bireyin çıkarları, son tahlilde irade ve eylem birliğinin, yani örgütünün çıkarlarına sıkı sıkıya bağlıdır ve sınıf bilinci ile şekillenen bu örgüt bilinci; bireysel çıkarların ekseninde bireysel kurtuluşun mümkün olmadığının, kurtuluşun ancak kolektif çalışma, kolektif üretim, kolektif ruh ve kolektif mücadele ile olacağının kavranmasında; örgütün, bilincin kolektif hale getirilmesi anlamına geldiğinin kavranmasında somutlanır.

Birey, bireysel kaygıları ile örgütlendiğinde ve kolektifin bilincine varmayıp, gücünü nicelikte ve kitlesellikte bulduğunda, buna değer verdiğinde; mücadelesi bireysel mücadeleyi aşmamış ve "örgütlü" davranışına rağmen özünde bireysellikle sınırlı kalmış ve sınıf mücadelesinin ve sınıfının bilincine varmamış demektir.

Bu kavrayışsızlık, yani sınıflı toplumdan edinilen bu kendiliğinden bilinç, özellikle de küçük burjuvazinin bireyci dar bakış açısının, ben merkezciliğinin örgütsel plana yansıyışı; sekterlik, dar grupçuluk, hizipçilik, dar pratikçilik, şefçilik vb. biçimlerde olmakta; küçük burjuvazinin disipline gelemeyen, kolektif bilinçten yoksun kişiliğiyle; aşırı demokrasicilik, kariyerizm, amir-memur zihniyeti, eleştiriye tahammülsüzlük, eleştiride yıkıcılık, dayatmacılık, örgütü bir kolektif olmaktan çıkarıp, bireylerin sorumsuz ve bilinçsizce bir araya geldiği şekilsiz "birlik"ler haline getirmektedir.

Küçük burjuva bakış açısı, örgüt bilincinin önündeki en büyük engeldir. Şunun kavranması gerekir, örgüt bilinci, sınıf bilincine kopmaz bağlarla bağlıdır. Ancak küçük burjuva, örgütlü hareket etmeyi, onun gerektirdiği kolektiviteyi, disiplini, kutsal bireyselliğine, kişiliğine bir saldırı; bir sürü hareketi olarak görür ve "ben", "benim düşüncelerim", "benim yargılarım", "benim değerlerim" diyerek isyan eder. Bireyciliği, gerçek bireysel özgürlüğün ancak sınıfının ve tüm toplumun özgürleşmesiyle mümkün olduğunu görmesinin önündeki engeldir.
Akademik, ekonomik ve demokratik haklar temelinde oluşan demokratik kitle örgütlerinde örgüt bilincinden (ve esasta sınıf bilincinden) yoksunluk; genellikle kendiliğinden, plansız, şekilsiz ve sürekliliği sağlanamayan çalışma tarzında, dar pratiklerde, kapalı kapıcılıkta ve dar grupçulukta kendini gösterir.

Harçlara veya yemeklere zam geldiğinde, bireysel kaygılarla örgüt arayışına giren öğrencinin, öğrenci derneğinde sürekliliği sağlanmış bir mücadele verme, örgütlenme ve örgütleme ihtiyacını bilince çıkarmaması ve kendince "olağan" dönemlerde örgütten ve diğer öğrencilerden kopması tipiktir. Burada, öğrenci kendisini öğrenci derneğinde bir araya getiren akademik ve demokratik hak arayışının sürekliliğinin, üstelik söz konusu Demokratik Kitle Örgütünde örgütlü olmanın dahi bilincine varmamıştır. Örgütü sadece bireysel çıkarlarının gerektirdiği kitlesel güç birliği olarak görmekte, mücadelenin kolektifliğini, nitel yönü yani esası kavrayamamaktadır. Bu, sınıf savaşımı gerçekliğini bilince çıkarmamış olmasından kaynaklanır.

Elbetteki, öğrenci derneklerinin vb. DKÖ'lerin ve diğer örgütlerinde kitselleş-mesi, yani nicelik önemlidir. Ancak esas olan nicelik değil nitelik, yani kollektif bilinçli değiştirme ve dönüştürme pratiği, sorunun toplumsallığının kavranması-dır. Bireyin toplumla ilişkisine idealist yaklaşım, bireyi toplumdan soyutlarken, insanın toplumsal ilişkiler toplamı olduğunu reddederken; toplumsal koşulların bireyin bilincini belirlediği olgusunu reddetmekle ve bireyi bu noktada öne çıkarmakla kalmıyor; bu bilincin değiştirici ve dönüştürücü gücünü, insan bilincinin toplumsal pratikte oynadığı muazzam rolü de bireyin toplumsallığından soyutlayarak tek tek bireylere indirgeyip özünde inkar etmiş oluyor.

Aynı durum, sendikayı toplu sözleşme dönemlerinde insanların bir araya geldiği, niceliğin esas alındığı örgütlülük olarak gören işçi için de geçerlidir. Proleter sınıf bilinçli işçi, soruna böyle yaklaşmaz.

Örgüt içerisindeki çalışma tarzında da bu anlayış kendisini gösterir. Hala bireysel kavgasını sürdüren kişi, pratiğinde de, her işe ve her yere koşturan; işbölümü, uzmanlaşma, kolektif düşünce üretimi ve kolektif faaliyetten uzak bir kişilik olarak; dört bir yana yumruk sallar, dar pratik içerisine girer. Dar pratikçilik, bireyin kendini örgütün yerine koyması ve tek başına örgütmüşçesine, kendi bildiğince, ben merkezci pratiği ile şekillenir, işler tek tek kişiler üzerinden yürüdüğünde, örgütten ve kurumsallaşmadan; sürekliliği sağlanmış savaşımdan söz etmek imkansızdır.
Demokratik kitle örgütlerinin nitelikleri gereği, alabildiğine açık, geniş ve kitlesel olmaları gerekirken; içerisinde çalışma yürüten küçük burjuva yapılanmaların, kaynağını yine küçük burjuva bireyciliğinden ve ben merkezciliğinden alan farklı düşüncelere tahammülsüzlüğü ve dar grup çıkarlarını kolektifin önüne koymaları; demokratik kitle örgütlerini darlaştırıp misyonundan uzaklaştırmakla kalmamakta, DKÖ'leri "tekellerine" almalarıyla, aynı zamanda, onlara niteliğinin üzerinde işlevler yükleyerek; politik örgütün fonksiyonlarını yerine getirmesi şeklinde; özünde sağ tasfiyeci bir anlayışa denk düşmektedir. "En doğruyu ben bilirim" anlayışları, politik örgütlerin kitle örgütlerindeki çalışmalarına bu şekilde ve "sol" sekter bir kitle çizgisiyle yansırken, politik örgütün kendi içerisinde ve iç işleyişinde farklı biçimler alacaktır.

Doğru ideoloji, doğru politikanın olmazsa olmaz önkoşulu olduğuna göre; küçük burjuva ideolojik yaklaşımlarla doğru politikalar üretilmesi beklenemez. Politikanın maddi güce dönüşmesi, doğru bir tarzda hayata geçirilmesi de, doğru örgütlenmeler (ve örgütsel politikalar) ve sağlam örgütler, doğru çalışma tarzı ile olacaktır. Politik örgütlerin ve bileşimindeki bireylerin bir bütün olarak, örgüt bilincini doğru bir hatta kavramaları, ancak proleter sınıf bilincini içselleştirmeleri; proletarya ideolojisi ile şekillenmeleri çerçevesinde olanaklı olacaktır.

Her politik örgüt, bir sınıfın temsilcisi olarak, o sınıfın ideolojik hattı doğrultusunda, sınıf mücadelesinde o sınıfın çıkarlarını esas alan politik faaliyeti gerçekleştirmek için oluşturulan sınıfın politik örgütü, irade ve eylem birliği olduğuna göre, işleyişinin, eyleminin içeriğini de o sınıfın damgasını taşıyacağı bir gerçekliktir. Özcesi, politik örgüt, belirli bir sınıfın ideolojik hattında oluşan, sınıf temsilcilerinin politik irade ve eylem birliği; bir sınıf örgütüdür. Örgüt bilinci, sınıf bilinci ile koşullandığından; politik örgütler, örgütlenme ilkeleri itibariyle de çok daha keskin bir şekilde bireysel tavırları dıştalar ve bileşenlerinin sınıfın ideolojik-politik hattı ile şekillenmesi, politik örgütün varlık-yokluk meselesidir. Çünkü söz konusu olan, zaten ideolojik birliği olanların politik, pratik ve örgütsel birliğidir.

Politik örgütün, yani partinin, bu noktada demokratik kitle örgütlerinden niteliksel farkı, sınıf örgütü olması; dolayısıyla, çeşitli sınıf ve tabakalardan bireylerin akademik, ekonomik veya demokratik temelde bir araya geldiği; blokları, grupları, vb. barındırabilen geniş ve kitlesel bir irade ve eylem birliği değil; belirli bir sınıfın politik çıkarları gereği oluşturduğu, sınıfın ideolojisi- ki her sınıfın tek bir ideolojisi vardır- doğrultusunda hareket eden, sınıfın en yüksek politik birliği oluşudur. Açıktır ki, kitle örgütlerinden bu niteliksel farklılığı; dar olmasını da beraberinde getirecektir. Burada zaten sınıfın temsilcisi olması itibariyle "ideolojik birlik" ve örgüt olması itibariyle de "örgütsel birlik" vardır. Sınıfın politik savaşım ihtiyacı ile şekillenen irade ve eylem birliği noktasında, kendisi zaten bir "politik birlik" tir. Bu ne anlama geliyor? Çokça sözünü ettiğimiz "ideolojik, politik ve örgütsel birlik" partinin ta kendisi ise, "örgüt içerisindeki mücadeleden bahsetmenin ne anlamı vardır" denilebilir.

Mesele tam da buradadır; birlik bilincinin, yani örgüt bilincinin; özünde sınıf bilincinin kendisinde. Örgüt bilincini; örgütsel birliği biz bu çerçevede, sınıf örgütünün bileşenlerinin ortak ruhi şekillenişi, kolektifi kavraması ve bireysel değil, grupsal değil; kolektif üretim ve kolektif pratik içerisinde olması gerekliliğinin kavranması olarak belirliyoruz. Politik örgüt, sınıfın en yüksek birliği olduğundan, irade ve eylem birliği çok daha sıkı ve katı olacaktır kuşkusuz. Dolayısıyla işleyişinde de demokratik merkeziyetçilik şeklindeki örgütlenme ilkesi çok daha sıkı hayata geçecektir; disiplin çok daha önemli olacaktır.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

9Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (1) Paz Ara. 07, 2008 3:52 am

Admin

Admin
Admin

Demokratik merkeziyetçiliğin bağlayıcılığı, örgütlü insanları bir araya getiren temel sorunlara bağıntılı olacağından; bir kitle örgütünün birey bağlayıcılığı ile bir politik örgütün bağlayıcılığı arasında niteliksel farklılık vardır. Ekonomik-demokratik örgütte alınan karar, ekonomik-demokratik nitelikte olduğu oranda bireylerin tümünü, azınlığın çoğunluğu tabi olması noktasında bağlarken; politik kararların bağlayıcılığı olamaz. Olması-da, sınıf karşıtlıkları ve sınıf savaşımı gerçekliğinde, sınıf uzlaşmacılığı anlamına geleceğinden, sınıf bakışına terstir.

Politik örgütlerde, örgütün amacı göz önünde bulundurulduğunda, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin en yüksek seviyede hayata geçeceğini, geçmesi gerektiğini anlamak gerekiyor. Bunun, irade ve eylem birliğinin olmazsa olmaz koşulu, sınıf mücadelesi pratiğinden çıkan bir ilke olduğunu belirtmiştik. Örgüt disiplini, bu ilkenin sıkı bir takipçisi olmayı; görüşlerin kapsamlı bir şekilde ortaya konmasının ardından alınan kararları samimiyetle uygulamayı ve asla kararlara aykırı hareket edilmemesini gerektirir. Komünist Partisinde, proleter disiplin; eleştirilerin parti dışında yapılmasını ve eleştiride küçük burjuva bireyciliğinden kaynaklı kişisel saldırıları dıştalar; karşılıklı yoldaşça güven, irade birliğini somutlayan ekip çalışması, birlik ve beraberliği esas alır. Bu birlik, elbette ki kendi içinde mücadeleyi barındıracaktır. Birlik, mücadelesiz olmaz ve örgütte mücadele, daha yüksek birliği ve irade de daha berraklığı yakalamak, ideolojik sağlamlığı, saflığı korumak, pekiştirmek ve ilerlemek için olur.

"Proletaryanın sınıf örgütünün en yüksek biçimi", "devrimci teori ile silahlanmış", "işçi sınıfının en iyi öğelerinden" oluşan, "işçi sınıfının örgütlü müfrezesi" ve "işçi sınıfının siyasal önderi" olan ve "hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan irade birliği olarak" komünist partisi; doğal olarak son derece dar, sıkı "çizgisinin sabitliğini ve ilkelerinin kusursuzluğunu koruma gereği"nin bilincinde hareket eden bir profesyonel devrimciler örgütü; komünistlerin irade ve eylem birliğidir. Böylesi bir birlik, komünist partisinin politik misyonunu yerine getirebilmesinin olmazsa olmazı demir disiplinin-ki bu bilinçli disiplindir- önkoşuludur. Komünist partisi, programatik ve ideolojik birlik esasında yükselen politik birlik olduğuna göre; bu birlik içerisindekilerin sahip olduğu örgüt bilinci, yani komünist partili olma bilinci; hedefe ulaşmada, devrim ve komünizm davasında belirleyici bir öneme sahip olacaktır.

Örgüt bilinci, "bir" olma bilincidir. Komünist partililerin, partili olma bilinci, Maoist güzergahta şekillendirdiği politik birliğini tek yumruk ve tek yürek gerçekleştirebilme; proletaryanın politik iktidar yürüyüşüne önderlik edebilme ve eyleminde, uygulamalarında, pürüzsüz ve güçlü tek bir ses olabilme bilincidir. Başkan Mao'nun dediği gibi, parti içi birlik, bütün halkı birleştirebilmenin önkoşuludur. Komünist partisinin birliğini koruyacak, sağlamlaştıracak ve daha yüksek seviyede gerçekleştirecek olan; ideolojik mücadeledir; sınıflı toplumlarda kaçınılmaz olarak komünist partisine de yansıyacak olan proleter olmayan düşünce ve bakış açılarından partinin arındırılması pratiğidir. Stalin yoldaşın, "Parti, pisliklerden arınarak güçlenir" ifadesinin ve Maoist "iki çizgi mücadelesi" formülasyonunun ardında yatan gerçeklik; parti içerisinde farklı görüşlerin çarpışması; ideolojik mücadele ile ideolojik berraklığın, sağlamlığın korunması, pekiştirilmesi anlayışıdır. Bu, örgütsel ve politik birliğin güvencesi olacaktır kuşkusuz.

Parti içi demokrasi veya parti birliğinin demokratik yönü diye ifadelendirdiğimiz yönü, birliğin pekişmesinin güvencesidir. Komünist partisinde, kongre/konferanslarda, parti üyelerinin hiçbir baskı altında kalmadan kendilerini ifade etmeleri sonucu ortaya çıkan "fikirlerin net durumu", yani belirlenen politik hat; program ve temel planlar; komünist partisinin varolma koşulu olan iradeyi ifade ederken; merkeziyetçilik ve çelik disiplin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın tüm partililerce iradeye uyulmasını gerektirir. Bu süreç, iki kongre/konferans arası dönemlerde de; alt organların üst organlara, bireyin partiye, tüm organların merkez komitesine tabi olması ve alınan kararlara aykırı hareket edilmemesi şeklinde, iradenin belirleyiciliğinde sürerken; parti işleyişi çerçevesinde "eleştiri özgürlüğü", parti içi demokrasinin gereği olarak varolacaktır.

"Parti içi eleştiri", diyor Başkan Mao, "Parti örgütünü güçlendirmek ve Partinin mücadele gücünü arttırmak için bir silahtır." Partili olma bilinci; "Birlik-Eleştiri- daha yüksek birlik" formülasyonunun içselleştirilmesini gerektirir. Parti içerisindeki mücadele, birlik için, daha yüksek birlik içindir, ki bu ideolojik mücadeledir. Parti içi ideolojik mücadele, doğru ile yanlış arasındaki mücadeledir ve böyle kavranmalıdır. Parti içerisinde politik mücadele olmayacağı gibi, örgütsel mücadelede olmaz. Bu politik birlik gerçekliğiyle, komünist partisi gerçekliğiyle çelişir. Politik mücadeleyi, parti birliği ve düşmana karşı politik iktidar perspektifiyle verir.

Yazımızın bundan sonraki bölümünde, komünist partisinde/saflarında örgütlü olma bilinci, yani partili olma bilincinin eksikliği, zayıflığının; kolektifi bilince çıkarmama ve bireyci, bireysel tavır alışların; yani, küçük burjuva hastalıklar diye ifade ettiğimiz bu yaklaşım tarzlarının partide yansıyış biçimlerini, etki ve zararlarını tartışacağız. Özellikle de örgüt bilincinin, dolayısıyla da partili olma bilincinin baş düşmanı olan; proleter olmayan, küçük burjuva ideolojik şekille-niş olan ve parti içerisine yansıyabilecek tüm hastalıkların, ideolojik zaafların kaynağı; bireycilik üzerinde duracağız.

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-12

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

10Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (2) Paz Ara. 07, 2008 3:53 am

Admin

Admin
Admin

Partide "biz" olgusunun içselleştirilememesi: partili-partili, partili-parti ilişkilerinde de çeşitli problemleri, zaaf ve hataları beraberinde getirir. Öznelciliğin örgütsel ilişkilere farklı farklı davranış biçimlerinde yansıyacağı açık. Bu sekter davranış ve yaklaşımların bir kısmını yazımızın önceki bölümlerinde açmıştık.

Partili-partili ilişkisinde sekterizm; farklı görüşlere tahammülsüzlük; özellikle bireyin dayatmacılığı ve eleştiri-özeleştiri mekanizmasını, eleştiri özeleştiri silahını kavrayış(sızlık) noktasında kendisini gösterir. Birey, örgüt içerisindeki diğer bireylerle arasındaki o yüce bağı; proletaryanın sağlamlaştırdıkça özgürleştiği sınıf bilinçli bağlılığın, yani devrim ve komünizm uğruna davaya bağlılığın ve ortak savaşım pratiğinin üzerinde yükselen yoldaşlık bağını tüm benliğiyle özümsemediğinde düzene ve bireyciliğin kölece bağlılığına mahkum olacaktır kuşkusuz.
Eleştiriyi ne için yapıyoruz? Değiştirmek, dönüştürmek ve ileriye doğru sağlam adımlar atabilmek, kısacası, siyasi iktidar mücadelesinde bizi zayıflatan sınırları ortadan kaldırmak, rotamızı ve savaşımımızı sınırsız, engin bir berraklığa kavuşturabilmek için. Dolayısıyla, yıkacağımız eski yanlış olan ve bizleri sınırlayan düşünceler; yapacağımız yeni ve yüzü ileriye, geleceğe dönük olanlar olacaktır. Eleştiri ve özeleştiri, bunun için bir silahtır. Parti, devrim için vardır, tıpkı partili bireylerinde tüm benlikleriyle parti ve devrim için varolduğu gibi. Eleştiri ve özeleştiri, yıkmak, yıpratmak, dağıtmak için değil, eskiyi yıkıp yeniyi inşa etmede kafalarımızdaki örümcek ağlarından arınmak içindir. Partinin siyasi amaçlarına ulaşabilmesi ve savaşımındaki engellerin ortadan kaldırılabilmesi için zorunludur.

Ancak küçük burjuvazi kendisine bir eleştiri yöneltildiğinde hop oturup hop kalkmaya başlar; "kutsal ben" ine yönelik bu "saldırı" onu derinden etkilemiştir. Panik içerisinde savunma psikolojisine girer ve "en iyi savunma saldırıdır". şiarıyla, eleştiriyi "püskürtmek", bastırmak, eleştireni sindirmek için elinden geleni ardına koymaz. Narin küçük burjuva gururu incinmiştir! Eleştiriyi kişisel saldırı aracı olarak algılamak ve "kendini özeleştiriden koruma" anlayışının; eleştirileri kişiselleştirerek yöneltme, kişisel yıpratma, sindirme, baskı aracına dönüştürme ile hiç bir özsel farklılığı yoktur. Burada, örgüt ruhu değil, "eleştiri" adı altında kişilerin yıpratılması ile "kişisel üstünlük sağlama" yani has bireycilik vardır.

Eleştirinin böylesine bayağılaştırıldığı koşullarda, ilkesiz tartışmalar, kişileri damgalama, düzenbazlık, hileler ve ikiyüzlü davranışlarla kendi "doğru" larını hayata geçirmek, doğru-yanlış mücadelesi vermek adına kendini dayatma, öne çıkarma, "üstünlük" sağlama çabaları gırla gider. Bireyciliğin, kişisel çıkarların ön plana geçtiği yerde, parti de, siyasi amaçlarından uzaklaşacak, herkes gereğinden fazla "ihtiyatlı" hale gelecek, kurguculuğun, kuşkuculuğun, güvensizliğin adı, "politik uyanıklık", "proleter uyanıklık" olacaktır. Böylesi durumların yaratacağı örgütsel dejenerasyon, "üstün", "güçlü" bireyler ve bunlar etrafında kümelenenler kültürünün; yani yarı-sömürge, yarı-feodal ülkemizdeki toplum yapısının getirdiği bu cemaat-despot kültürünün örgüte yansıyışlarının yıkılmasıyla mümkündür. Burjuva-feodal kültürle şekillenen ülkemiz küçük burjuvazisinin kişiye ve güce tapınma anlayışı; örgüt içerisinde anlayışlara, doğruya, yanlışa göre değil, kişilere göre şekillenmeyi de beraberinde getirecektir.

Kişilere göre şekillenmenin olduğu yerde, pratiğe değil, kimin yaptığına bakılır. Kişiye tapınma varsa, doğru-yanlış sorgulaması, eleştirel, sorgulayıcı yaklaşım değil, çevre zihniyeti hakim olur. Böyle eğilimler partinin bütünlüklü bir örgüt olarak hissedilmedi"!, kendiliğindenliğin hakim olduğu ve faaliyetin kişi veya çevrelerin insafına kaldığı her yerde ortaya çıkmıştır ve çıkacaktır da. Çünkü orada parti ruhu, sınıf-örgüt bilinci yoktur. Bırakalım ne tür sorunların nerede nasıl çözüleceğinin kavranmasını ve kavratılmasın), sorunların çözüle-bilirliğine ilişkin dahi kafa karışıklıkları varsa, herkes örgütlü/örgütsüz herkesle her şeyi tartışır, "çözüm üretir". Dolayısıyla örgütlenmede organlar değil, "şefler" esas alınır. Doğal olarak kişiler üzerinden yürüyen faaliyette, insanlar kişilere göre şekillendiğinde, en ufak bir çelişkide oluşan "ufak ufak örgütlerin insanları" birbirlerini "şeflik'le suçlayacaklardır.
Kişilere tapınma, partiyi bir kaç kişiden ibaret görme; sınıf ve örgüt bilincinden yoksunluğun ve dolayısıyla yoldaşlık bağlarındaki zayıflığın doğal bir sonucudur. Bu kavrayışsızlık, irade ve eylem birliğinin, devrimin düşmanıdır. Sorunların kişiselleştirilmesi ve yine o bazda çözülmesi; yanlış anlayışı somutlandığı kişi şahsında mahkum ederken, anlayışı değil, kişiyi mahkum etme yanılgısı, doğrusunu da kendi şahsında yine kişiselleştirerek öne çıkarabilme ve dolayısıyla yine bir yanılgıyı beraberinde getirebilmektedir.

Kısacası, eleştirileri kişiselleştirme, kişileri yıpratma aracı olarak kullanarak bayağılaştırma nasıl parti ruhundan uzak bir hastalıksa; kendini öne çıkarma, "benini düşüncelerim", "benim doğrularım" diyerek anlayışları kişiselleştirme ve karizma oluşturarak kişileri partiye değil kendisine örgütleme de o denli zararlı bir hastalıktır. Bu ikincisi de, yarı-. feodal yarı-sömürge ülke "aydınının" kibirli, elitist ve parti açısından yıkıcı, sekter, popülist karekteristiğidir. Bu popülist kişilik "kıvrak" zekasıyla halkı küçümser ve "üstün", "kurtarıcı" düşünceleriyle "cemaatin kurtarıcısı" "despot" rolünü, bireylerin geri yönleriyle uzlaşarak oynamaya çabalar.

Bizim toplumumuzun insanlarının, popülist kişiliklerin etrafında toplandığı doğrudur; ama onlara saygı duymazlar. Objektif olarak devrimci olanların, özünde saygı duydukları, özü-sözü bir olan komünistlerdir. Ne var ki, kendine güvensiz ve düzenden kopuşu yaşayamamış kişiliklerin, geri yönleriyle uzlaşılmamasını tepkiyle karşılamaları da yadırganacak bir şey değil.

Dolayısıyla bizimki gibi toplumlarda "cemaat" in, "despot" la "uzlaşır" konumlanışı anlaşılır bir şeydir. "Cemaat", merkezi otorite olmadan varolmayacağı inancındadır. Bunun adı; "güce tapma"dır. Yani "zorunluluğun" bilincine varmış cemaatin "bilinçli" bir tercih olarak gördüğü "özgürlük" tür bu. Koyun olma özgürlüğü. Bu ruhsal şekilleniş, kendi içerisinden çıkan Deli Dumrullara prim vermelerinin altında yatan temel faktördür. Ve cemaatin her bir ferdi Deli Dumrul olmak ister, ki buna da cesaret edemez. Güçlü olana tapılır. Bu noktada, bizimki gibi toplumlarda despotun popülizmi onu cemaatle bütünleştiren temel etmendir. Evet, cemaat, despotu -özünde- sevmez, saygı duymaz.

Ülkemiz aydını da bu popülizmden, koyun sürüsünün içerisindeki keçi misali nasibini almıştır. Gerçek aydınların yapması gereken yarı-feodal, yarı-sömürge ülkenin bu gerçekliğinin bilincinde olarak, popülizmi törpülemek ve özü- sözü bir halkın savaşçısı ve halk savaşçısı gerçekliğini yaşama geçirebilmektir.

"Kendi" düşünceleri "kavrandığında" ve hayata geçtiğinde her şeyin yoluna gireceğini sanan küçük burjuva aydın kibirliliği; popülizmin gücünün farkına varılmasıyla birleşince, örgüt ruhu mumla aranır hale gelir, ideolojik kopuş, savaşım içerisinde disiplin ve örgüt gerçekliğiyle bütünlüklü bir maddi zemin üzerinde proleterleşme yoluyla değil, bireyler üzerinde şekillenme ve salt "kavrayış" - maddi temelinden kopuk "bilinç değişimi"- çerçevesinde sağlanmaya çalışılır. Öyle ya, "popülistler, kültür sorununu oldukça saf ele alırlar. Düşük kültür düzeyimizin kavrayış eksikliğinin basit bir sonucu olduğunu, şu yada bu kişiyi kültürü yüksek düzeye getirme zorunluluğuna ikna etmenin yeterli olacağını sanırlar." Halbuki, belli bir üretim düzeyi, kültürün belli bir düzeyine uygundur. "Burada belirli sınırlar vardır; çok şey siyasal düzeye de bağlıdır. Kültürel gelişme tam bir dizi ara halkaya bağlıdır."

Örgütte de bu böyledir. Bireycilik ve kişilere tapınma, güce tapma, kişilere göre şekillenme yerine örgüt ve sınıf bilincinin oturtulması; ancak kişiler üzerinde yürüyen çalışma tarzının, kişileri temel alan örgüt modellerinin - yani bu "alt yapının" - ortadan kaldırılması ile esasta olanaklı olacaktır.

Kısacası, meselelerin kişiselleştirilmesi ve yine o bazda çözülmesi yöntemi, amaç ne olursa olsun (gerçekten bilimsel, doğru bir anlayışın savunulduğu durumlarda dahi) "tapılan" bir kişiliğin yerine yeni bir "tapılan" kişi koymaktan öte hiçbir niteliksel değişiklik getirmeyecek; özünde yanlış anlayışı mahkum etmiş de olmayacaktır. Hele de bu yanlış anlayışların etkisinde olan politik olarak geri kişilerse, belki yanlış anlayışın somutlandığı kişi ile gruplaşmaktan uzaklaşır, ama bu sefer de kendisine "günahıyla sevabıyla" başka bir "odak" bulur. Halbuki devrimin, sınıf bilinçli kişiliklere, araştırıcı, sorgulayıcı ve sorun çözücü kişiliklere yani gerçek devrimcilere ihtiyacı vardır.

Kişiye göre şekillenmenin olduğu yerde; ne sınıf ne de örgüt bilinci vardır. Bugün "doğru" söyleyen ve davranan o "kişi", yarın başka bir meselede parti ve devrime ihanet anlamına gelebilecek veya parti tasfiyecisi vb. bir tavır aldığında da mı onunla birlikte tavır alınacak? Olumluluklar ve olumsuzluklar, doğru ve yanlışlar kişiler temelinde ele alınıp, tek tek kişilere mal edilebilir mi? Partiye emeği geçen ve olumluluklarıyla tarihimize damgasını vurmuş yoldaşlara elbette ki değer verilmeli ve taktir edilmelidir. Ama bir komünist partisi hiçbir zaman "lider","şef" partisi değildir, olamaz da. Bu komünist partisine ve değerlerine en büyük hakaret olur. Faaliyetin olumluluğu da olumsuzluğu da örgütün hanesine yazılmalı, bu bilinçle hareket edilmelidir.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

11Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (2) Paz Ara. 07, 2008 3:54 am

Admin

Admin
Admin

Ruhi şekilleniş ve çalışma tarzı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Faaliyet, kişiler üzerinden yürürse ne olur? Her şeyden önce, her alan yeni bir sorumluyla sanki daha yeni faaliyete başlıyormuş gibi olur. Halbuki, parti, orada yıllardır çalışmış, şu veya bu kişiler önderliğinde; ama orada bir parti kitlesi var. Bir geçmiş var. Fakat faaliyet "kişi üzerinden" yürümüşse, deneyim, birikim, raporlar, kurumsallaşma vb. yoksa, her defasında "sil baştan" yapılır.

Alanda daha önce hangi tarzda çalışılmış, ne hatalar, eksikler var, ne tür olumluluklar var, bunlar partiye değil kişiye mal edilirse, bunlardan örgüt adına dersler çıkarılmaz. Ne tarih, ne de uygulanan çalışma tarzı değerlendirmeye tabi tutulmaz.

"X kişisinin tarihi olumlu veya olumsuzdur" la sınırlı kalır yapılan değerlendirme. Tarih bilinci, materyalist tarih anlayışı, tarihsel materyalizm rafa kaldırılır. Yılların geçmişi, emeği olan alanlarda bile; yeni sorumlu, sanki parti oraya bir ay önce girmiş gibi çalışmak zorunda kalabilir. Bu şekilde tarih bilincinin eksik, zayıf veya yok olduğu ortamda hiçbir zaman emeklemekten yürümeye ve koşmaya geçilmez. Deneyimler tırpanlanır durur ve bilmem kaçıncı katına kadar inşa edilmiş binada, hala zemin kat zihniyetiyle çalışılır.

Evet, örgüt, emekler, düşer de, yenilgi de alır. Bazen gerçekten "sil baştan" yapmak zorunda kalınır. Ancak bu "sil baştan"; bağrında nice yenilgilerin, hata ve zaafların deneyimsel birikimini barındırdığında; başarıların da anası olacaktır. Ama bu, nesnel şartların ötesinde, ille de sübjektif zaaflardan, hem de bile bile, hem de hatalardan ders çıkarmayı, geçmişteki olumlu/ olumsuz tecrübelerden öğrenmeyi bilmeden olursa; bu biraz fazla "sübjektif" olmaz mı?
Bir örgüt, tarih bilinciyle geçmiş değerlerinin doğru bir analizi ve süzgeçten geçirilmesi temelinde ilerler ve gelişir. Örgütün ilerleyişi, gelişimi için bütünlüklü olarak anlayışların, çalışma tarzının, geçmiş deneylerin ve tek tek alanlar, bölgeler bazında faaliyetlere ilişkin somut politikaların değerlendirilmesi ve politika üretilebilmesine hizmet edecek hesaplaşmalara girilmesi zorunludur.

A dönemi, B dönemi, X kişisi, Y kişisi demeden; hata, zaaf, olumluluk/olumsuzluk, her ne varsa, varını yoğunu bir bütün olarak ameliyat masasına yatırıp, tarihinden dersler çıkarmasını bilen bir örgüt, sorunlarını da aşar, savaşımını zaferle de taçlandırır. Tarih, örgüte mal edilerek değerlendirilmeden ortak bir ruhi şekilleniş sağlamaz. Ortak ruhi şekillenişin olmadığı örgütte örgüt bilinci de sınıf bilinci de hakim olmaz.

Tek tek kişilerin dört bir yana yumruk salladığı, oradan oraya koştuğu, deneyimlerini uygun kanallarla örgütün potasına akıtmadığı, altın üstü, üstün altı denetlemediği; plan program dahilinde çalışmanın ve rapor sistemiyle bilgi akışının oturtulmadığı örgütte partili çalışına tarzından değil, ancak dar pratikten, havanda su dövmekten bahsedebiliriz. Bu, örgütsel hayatta partili-partili ilişkileri için olduğu kadar, partili-kitle ilişkileri için de böyledir.
Halktan kopuk; halkın içerisinde planlı programlı, sürekliliği sağlanmış ve kurumsallaşmış, yani parti olarak halka ulaşıp halkla bütünleşmişi değil; kendiliğinden ve kişi olarak, popülizmiyle halkla "bütünleşmiş", "halk savaşçısı" elit bir kesimdir. Özgücünü, öz dinamizmini yaşama geçirme bilincinden ve cesaretinden yoksun olan cemaatin içinden çıkan "çeteciler", "kahramanlar", bizim toplumsal gerçekliğimizin ürünleri, "kendi çöplüğünde öten horoz" misali, küçük "despot", despotçuklardır bunlar. Bunların popülizmi Robin Hood gerçekliğinde yatar. Pragmatizmi Selçuklu'nun, Osmanlı'nın beylikler arasındaki çatışmalardan, merkezi otoriteyi ele geçirmekteki çabasındadır. Halktan kopuk "halkın öncüleri", "güce tapan" halkın, halkçı kahramanlarıdır bunlar! Halbuki, Robin Hood kral olduğunda Robin Hood olmaktan çıkar ve toplumda yeni Robin Hood'lar olacaktır.

Öyleyse esas olan, halkın bağrındaki, derinliklerindeki cevheri, objektif olarak devrimci olanın derinliklerindeki dinamizmi açığa çıkarmak, bunu "öncü elitizmi" ile değil - ki DHKP'nin öncü savaşı ve suni denge edebiyatı tam da bu kent küçük burjuvazisi ve aydın kibirliliğinin ve popülizminin ürünüdür- doğal önderliği halktan kopmadan yapabilmektir. Esas olan, bunu yaparken ayakları sadece gerçekliğe basan, halkın geri yönleriyle uzlaşmayan, arasına "öncü mesafesi" koyup çok ilerisinde koşmaya, uçmaya kalkışmayan veya kuyruğuna takılmayan kolektif üretimi, pratiği, kolektif düşünce süzgecinden geçirip kendisini öne çıkarmayı değil, örgütü, öncü partiyi halkla bütünleştirmeyi zafere ulaşmanın bir zorunluluğu olarak kavrayan ve politikalarını halka taşıyan; olanağı gerçekliğe dönüştürme gücünün halka; rehberliğin proleter sınıf ideolojisine ait olduğunu bilen; yani, partili gibi düşünen halk savaşçıları olabilmektir.

Savaşçı gibi yaşayan; imtiyazlı ayrıcalıklı- halktan kopuk elit bir kesim değildir. Bizzat halkın içinde olan, halktan olandır. O olsa da olmasa da devrim kervanının yürüyeceğini bilen, ancak o kervana aktif katılımın sorumluluğunu duyandır.

Partili çalışma tarzı, böyle bir halk savaşçısı olmayı zorunlu kılar. Asla koşulların esiri olmamayı ve halkın geri yönleriyle bütünleşmemeyi gerektirir. Aksine partili gibi düşünen ve savaşçı gibi yaşayan; "öncü"lüğün, kişisel pratiğinde değil, halkla bütünleşmiş partili pratiğinde olduğunu bilendir. O, pratiğin-deki olumsuzlukları mahkum edip yeniyi yeşertebilmeyi kişisel değil, örgütsel ve bütünlüklü bir sorumluluk olarak kavrayarak, halkın gerçekte benimseyeceği, "kendine ait" olarak sahipleneceği politikaları, gerçek, doğru ve bilimsel olanı, partili olarak kolektif üretip partiye mal edebilendir.

Bizimki gibi toplumlarda, inisiyatifli olmanın, kontrolün, denetimin, önderliğin, öncülüğün, belirleyiciliğin; başlatıp bitirebilme ve yönlendirme "erkinin" sahibi olmanın, kişisel güç ve üstünlük aracı olarak görülmesi, genel bir ruhi şekilleniştir. Bunun panzehiri ise, sadece ve sadece sınıf bilinci ve sadece kolektifin değiştirici ve dönüştürücü gücüne bilimsel inanç; bireysel kahramanlıkların, tarihte tek tek bireylerin rolünün abartıldığı iradeci, idealist anlayışların mahkum edilmesidir.

Örgütün, bir bütün olarak; planlı, sürekliliği sağlanmış kolektif çalışma tarzı, devrimin olmazsa olmaz zorunluluğudur. Kolektif düşünce üretimi ve kolektif faaliyetin, işbölümü ve uzmanlaşmanın ve de kurumsallaşmanın olmadığı yerde, örgütten söz edilemez.

Örgütsel hiyerarşinin şematik olarak hayata geçmesi, örgütsel birlik anlamına gelmez. Örgütsel birlik, somut politikaların üretilip merkezi olarak her alanda uygulanması ve somut örgütlenmelerle bunların hayata geçirilmesi ile pekişir. Bölgeler arasında farklı politikalar, örgütlenmeler ve çalışma tarzları -kişilere göre değişebilen uygulamalar- örgüt bilincindeki zayıflığın ifadeleridir. Bir organın diğerinden haberi yoksa; A bölge örgütlülüğü X kampanyasıyla, B bölge örgütlülüğü Y kampanyasıyla yoğunlaşıyorsa (bölge özgülüne ait politikalar dışında); bu komünist partisinde varolması gereken bir örgütsel birlik değildir.

Partili çalışma tarzı; merkezi olarak, kolektifin bilinciyle harekete geçmeyi ve yapılması gerekenin kendi payına düşeniyle ilgilenmeyi; tek bir işaretle tüm örgüt mekanizmasının kendine düşen sorumluluğu yerine getirecek parçalarının eşgüdümlü işlemesini gerektirir. Bunun adı, kurumsallaşmadır.

Kurumsallaşma; işbölümü ve uzlaşma, çok daha detaylı ele alınması gereken ayrı bir yazının konusu olduğundan daha fazla üzerinde durmayacağız. Burada, örgütsel mekanizmaların ve düzenli rapor akışının, bilgi akışının önemini yeniden vurgulamakla yetinelim. Partili çalışma tarzının oturtulmaması, partili-partili ilişkisine de; bürokratizm amir-memur zihniyeti, buyrukçuluk, vb. biçimlerde yansıyacaktır.

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

12Örgüt veÖrgütlü Mücadele Empty BİREY, ÖRGÜT VE ÖRGÜT BİLİNCİ (2) Paz Ara. 07, 2008 3:54 am

Admin

Admin
Admin

Burada, önemle üzerinde durulması gereken nokta; çelikten birlik dahilinde, insiyatif ve harekete geçirebilme yeteneğinin geliştirilmesidir. Merkezi önderlik altında demokrasinin uygulanmasını sağlamak; bu bağlamda sorumluluk bilinciyle, yaratıcı çalışma yeteneklerini geliştirmek, düşünceleri belirtme ve hataları eleştirmede cesaret ve yetenek sahibi olmak; dolayısıyla karşılıklı yoldaşça güven temelinde, irade ve eylem birliğini somutlayan kolektif çalışmayı yoldaşça denetlemek, bunları görev bilmek esas olandır.

Demokratik merkeziyetçiliğin kavranması ve proleter sınıf bilinci ile hareket edilmesi durumunda; öznelciliğin örgütsel hayattaki liberalizm ve aşırı demokrasicilik şeklinde somutlanan sağ biçimleri de; bürokratizm, düzenbazlık, hileler, başlı başına bir kale olma, bölgecilik vb biçimler de aşılacaktır.

Küçük burjuvanın kaypak, kararsız, bocalamacı karakteristiği, örgüt içerisinde de zaman zaman sağ, zaman zaman "sol" sapmalar, sağ ve "sol" arasında bocalamalar şeklinde siyasi eğilimlerle kendisini gösterir. Parti içi ideolojik mücadelede, "sol", çoğu zaman kendini, sağcılığa karşı küçük burjuva öfkenin körüklediği acelecilikle, aşırı ve sekler parti içi mücadele ile; örgütsel ilişkilerde, buyrukçuluk, aşırı cezalandırma, darbecilik, vb. tutumlarla gösterir. Bu, genellikle burjuvazi-proletarya arasındaki çatışmada, özellikle de yengi dönemlerinde, sübjektif güçlerin abartılması ile olur. Taktik olarak kendi gücüne abartılı yaklaşım, zamanın, kitlelerin ilerisinde düşünme, "sol" siyasi eğilimlerle kendisini gösterecektir. Burada, tepeden bakmak, küçümsemek vardır.

Ne var ki, sağcılık ye "sol"culuk kardeştir, işler ne zaman ki istendiği gibi gitmez, küçük burjuva bocalar, karamsarlığa, umutsuzluğa kapılır ve pasifizme, liberalizme, uzlaşma ve teslimiyete sürüklenir. Zorluklar karşısında yılgınlığa düşer, koşulların esiri oluverir.

Birey-örgüt ilişkisinde, sınıf bilincinden yoksun bireye; örgüte tabi olma zorunluluğu karşısında birey örgüt farklılığının (farklı görüşler ve uygulamada merkeziyetçilik bağlamında) bir sınıf çelişkisi olarak yansıması kaçınılmaz olacaktır. Bu, doğru ile yanlış, özünde proleter düşünce - burjuva düşünce çelişkisi, mücadelesi, yani iki çizgi mücadelesidir. Partide iki çizgi mücadelesi kaçınılmazdır. Ancak sınıf bilinçli birey, bu gerçekliği kabullenmekle beraber, onun esiri olmamayı ve çelişkileri kişisel bağlamda ele almadan, doğru yöntemlerle, proletarya lehine çözmeyi esas alır. Dolayısıyla, parti içi demokrasiyi hayata geçirirken, bürokratik yöntemleri, idari tedbirleri, "örgütsel mücadele" 'yi "partinin arındırılması" olarak görme yanılgısına düşmeyeceği gibi, "aşırı demokrasi-ci" de kesilmez.

Aşırı demokrasicilik, örgütsel planda, partiyi görevlerini gerçekleştiremez hale getiren; küçük burjuvanın disipline karşı hoşnutsuzluğu ile şekillenen bir burjuva hastalıktır. Sorunların önce alt kademelerde tartışılıp, sonra üst kademelerde karar alınmasının; demokratik merkeziyetçiliğin aşağıdan yukarıya uygulanmasının, partiyi bir çelikten irade ve eylem

birliğinden çok bir tartışma kulübüne çevireceği açıktır. Parti içi demokrasinin, merkezi önderlik altında uygulanması bir zorunluluk olarak kavranmak durumundadır.

Bu, ideolojik mücadelenin reddedilmesi anlamına asla gelmez. İlkeli, tutarlı ve kararlı ideolojik mücadele, parti birliğinin ve dolayısıyla halkı devrim yolunda birleştirip harekete geçirebilmenin önkoşuludur. Halbuki, karamsarlığın, gücüne güvensizliğin, yılgınlığın boy verdiği yerde, uzlaşma, ilkesiz barışlarda boy verir. Parti içerisinde aktif ideolojik mücadele cüretinin yerini; eleştirinin arkadan yapılması, ahbap-çavuşluk, adam kayırmacılık, dedikoduculuk, kayıtsızlık, kişisel saldırılar vb. biçimleriyle liberalizm alır. Liberalizm; plansız, gönülsüz, baştan savma çalışma tarzını, gerek kendindeki, gerek çevresindeki yanlışlarla, zaaflarla uzlaşmayı, böbürlenmeyi, çalışmada savruk, öğrenmede gevşek olmayı beraberinde getirir. Liberal kişilik, uzlaşır; sorumsuz ve kayıtsızdır. Buna karşılık, emirlere uymaz, kendine özel ilgi bekler. Kendi görüşlerini üstün tutar ve örgüt disiplinini tanımaz. Tüm bunlar küçük burjuva bencilliğinin politik ve örgütsel plandaki yansımaları; kolektif ruhtan, proleter sınıf bilincinden kopukluğun, ideolojik, politik güvensizliğin ve zayıflığın, karamsarlığın ve uzlaşmacılığın görüngüleridir.

Özellikle "Neo-liberalizm" rüzgarlarının estirildiği; kitlelerde sınıf uzlaşmacılığı, "sosyal uzlaşma" temelinde bilinç bulanıklığının yaratılmaya çalışıldığı ve yükselen devrimci durum koşullarında safların keskinleştiği, ülkemizde faşist diktatörlüğün katliamlarını ve halk üzerindeki terörünü daha da pervasızlaştırdığı günümüzde; pasifizm, uzlaşmacılık, yılgınlık; reformizm, yasalcılık, parlamentarizm ve mücadele kaçkınlığı biçimlerinde sağcılık son derece ciddi ve mahkum edilmesi gereken tehlikeli bir akım olarak karşımızda durmaktadır.

Kolektifin gücüne, stratejik yenginin kaçınılmazlığına duyulan güven ve kararlılıkla, halk, devrim ve parti için kendini feda ruhuyla kavgaya atılmak, partili kişiliğin olmazsa olmazıdır. Bu, bireyciliğin, kendini korumanın, bencil çıkarlar doğrultusunda düzene ellerini uzatmanın mahkum edilmesi; olumsuzluklar, zorluklar karşısında teslim olmanın, karamsarlığın, yılgınlığın teorilerini yapmanın radikal bir eleştirisi; davaya bağlılığın, kolay/ zor, tehlikeli veya ucunda ölüm var demeden cesaretle kavgaya atılmanın, gerçek bir devrimci olma cüretinin adıdır.

Partili kişilik, düzenle ekonomik, politik ve ideolojik kopuşu gerçekleştirme cüretine ermiş; her türlü amatör ve istikrarsız zihniyetten arınmış; profesyonelce devrim ve komünizm davasına kendini adamış kişiliktir. Düzenden ideolojik kopuşa cüret etmek,"ben","benim hayatım","benim ailem" vb. bencil çıkarları bir kenara itip, komünist partisinin neferi olarak devrime cüret etmektir. Bu, ülkemizde, savaşa göre şekillenmek, partili savaşı bir yaşam tarzı haline getirebilmektir.

Partili gibi düşünmek, savaşçı gibi yaşamak; "halk savaşçısı, halkın savaşçısı" olma bilinci ve atılganlığıyla, savaşmayı ve savaştırmayı bir bütün olarak komünist partisinin bu ortak ruhi şekillenişini can bedeli hayata geçirmenin; savaş gerçekliğinde bu felsefeyi yaşamlarında somutlayan şehitlerin kızıl bayrağını daha da yükseklere taşıyarak komünizme yürümenin adı; "yerden ayağa kalkıp, üstündeki kanı temizleyip, ölen yoldaşları gömdükten sonra, savaşa devam etmenin" onurudur.

PARTİZAN GENÇLİK SAYI-14

https://dersimdgh.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz